0(312) 216 11 09

MİLLİYETÇİLİK VE EKONOMİ

  1. Milliyetçilik ve Ekonomi

Milliyetçiliğin genelde Fransız devrimiyle ortaya çıktığı iddia edilmekle birlikte, milliyetçiliğin izlerine mutlak monarşilerin 17. yüzyıl ortalarında ortaya koydukları ekonomi ve dış politika yaklaşımlarında rastlanmaktadır.  Bu dönemdeki milliyetçilik veya diğer adıyla ulusalcı yaklaşımlar aslında devletin sadece ekonomi ve dış politika yaklaşımlarına yansımıştır. Daha sonraları milliyetçilik ülkelerin iç politikalarında, ekonomi politikalarında ve bağımsızlık mücadelelerinde bir tutunum ideolojisi olmuştur. Ekonomik milliyetçilik kavramı üzerindeki tartışmalar da bu gelişmelere paralel olarak farklılaşmış ve yeni bir boyut kazanmıştır. Bu çerçevede, ekonomik milliyetçilik devletten ziyade, millet ve milli kimliğe referansla yeniden tarif edilmeye çalışılmıştır.

Bu ilişkinin temellerini 14. yüzyılda yaşamış olan ünlü âlim ve sosyolog İbn-i Haldun’da bulmak mümkündür. İbn-i Haldun toplumların varlık nedenlerini “asabiyet” ve “iktisadi sürece” bağlar. Bu iki unsur hem toplumun kuruluşunu ve devamını sağlamakta, hem de toplumun gelişmesi sonucu değişime uğramaktadır. Asabiyet bir kavmin korunma ve savaşma, galip gelme gibi ortak nedenlerle bir araya gelmesi olarak tanımlanmasının yanı sıra; “grup duygusu,” “birleşik eylem ve dayanışma duygusu,” “vatan sevgisi” olarak da tanımlanmıştır. Kısacası, iktisadi yapıdaki değişmeler toplumun diğer kesim ve kurallarında da değişime yol açar ki bu değişmeler de yine iktisadi yapının ve kurumların değişmesine yol açar. Kitabında tarihsel ve iktisadi süreçlerin dinamizmini esas alan ve neden sonuç ilişkisini ön plana çıkaran İbni Haldun bu sürecin kendinden sonraki aşamayı da belirleyeceğini söylemektedir. Ona göre toplumun hayatında geçirilen her evrede temel dayanak iktisadi şartlardır (Falay 1978:16-19).

Teorik olarak bakıldığında, Friedrich List’ten başlayarak birçok akademisyenin ekonomik milliyetçiliği piyasa ve devlet arasındaki özel ilişkiye referansla tarif ettiklerini görmekteyiz. Tarihsel olarak merkantilizm, devletçilik, korumacılık, Alman Tarihsel Okulu ve Yeni Korumacılık olarak adlandırılan farklı ekonomik milliyetçiliklerin ortak noktalarını özetlemeye çalışan Gilpin ise “ekonomik faaliyetlerin devlet inşası hedefi ve devletin çıkarları karşısında ikincil konumda olduğu ve olması gerektiği” fikrini savunmaktadır (Gilpin 2001:14). Gilpin, bütün milliyetçilerin devlete, milli güvenliğe ve askeri güce uluslararası sistemin organizasyonu ve faaliyetlerinde öncelik atfettiğini belirtmektedir. Ona göre ekonomik milliyetçilik, iktisadi faaliyetlerin devlet çıkarlarına uygun olmasını ifade etmektedir (Gilpin 1987:31).

Ekonomik milliyetçiliği sadece iktisadi bir doktrin veya ideoloji olarak değil milliyetçilik bağlamında ele almak gerektiğini belirten Pickel ise ekonomik milliyetçiliği, ideoloji veya siyasi olarak, siyasi hareket olarak ve yapısal olarak üç boyutta incelemektedir (Pickel, 2005:12). Ekonomik milliyetçilik farklı boyutlarda ele alınmakla birlikte, bu konudaki çalışmaların büyük bunalımın yaşandığı 1930’ları da kapsayan soğuk savaş öncesi dönemde giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Söz konusu dönemde Leo Pasvolsky, Antonin Basch, Thomas Balogh, Theodore Gregory, Arthur Salteri Lewis Lorwin ve Oskar Lange gibi yazarlar tarafından bu konuda önemli çalışmalar yapılmıştır (Kofman, 1990:22). İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ekonomik milliyetçilik ile ilgili çalışmaların giderek azaldığı görülmektedir. Soğuk savaş döneminde ise liberal iktisatçılar ve politikacılar iki dünya savaşı arasındaki dönemde olduğu gibi, ekonomik milliyetçilik kavramını tarifeler, kotalar, sübvansiyonlar ve yabancı yatırımlar üzerindeki kısıtlamalar ile ilgili onaylamadıkları politikaları eleştirmek amacıyla kullanmışlardır (Helleiner, 2002:309).

Bu çerçevede, mevcut ekonomik milliyetçiliğin temel karakteristikleri şunlardır: ekonomik alanın güvenlikleştirilmesi, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin korumacılığı, egemen refah fonları ve devletlere ait şirketlerin küreselleşmiş bir ekonomi içinde önemli aktörler olarak yükselişleri.

Devlet güvenlik gerekçesiyle ekonomik alana değişik şekillerde müdahale etmektedir. Müdahaleye ilişkin ana eğilimler; özel ekonomik faaliyet ve finans akışlarının izlenişindeki artış, yabancı sermayeye hayati ya da güvenlik açısından hassas ilan edilen bazı sektörlerde satın almalar yapmasının engellenmesi suretiyle sınırlamalar konulması ve şirket gücünün dünya siyasetinde devlet politikalarının doğrudan araçları olarak kullanılmasıdır.

  1. Bazı Ülkelerde Ekonomik Milliyetçilik Örnekleri

ABD’de güvenlikle temellendirilen korumacılık formundaki ekonomik milliyetçiliğin en görünür yakın örnekleri arasında Çin Petrol Şirketi CNOOC’un Unocal için verdiği satın alma teklifinde Kongre’nin muhalefet edişi ile altı büyük ABD limanında yönetim işlerinin BAE merkezli DP World şirketine satışının Kongre tarafından reddi yer almaktadır. 2008 yıl başında da Amerikan hükümeti, bir Çin firması olan Huawei Technologies’in, internet yönlendiricisi ve ağ ekipmanları satan 3Com şirketine ortak olmasını güvenlik gerekçesiyle engellemiştir.

ABD’nin yanı sıra diğer bazı ülkeler de bu tür uygulamalar yapmıştır. Örneğin, Hint çelik firması Mittal’ın Arcelor’u satın alma talebi, Avrupa’da aylar boyunca sürecek bütünüyle milliyetçi bir retorikle yürütülen hararetli bir tartışmayı ateşlemiştir. Fransız hükümeti yabancı firmaların satın almasına karşı korunması gereken 11 stratejik ticari sektör belirlemiş, şirketin Pepsi’ye satılmasını engellemek için Danone’yi de “stratejik sanayi kuruluşu” ilan etmiştir. Fransız atık su ve enerji şirketi Suez, İtalyan firması Enel tarafından satın alınmak istendiğinde hükümet, Suez’i devletin sahip olduğu Gaz de France ile birleştireceğini ilan etmiştir. İtalyan toll-road Abertis tarafından satın alınması da yine hükümet tarafından bloke edilmiştir.

Rusya, çıkardığı iki kanunla petrol ve doğal gaz alanlarındaki yabancı mülkiyetini keskin bir şekilde sınırlamış, uzay, askeriye ve nükleer güç sanayileri gibi 40 sektörde şirketlerin çoğunluk hisselerinin yabancılar tarafından satın alınmasını da yasaklamıştır. Kanunda zikredilen 40 sanayi sektörüne yatırım yapmak isteyen yabancı şirketlerin araştırılmasından sorumlu hükümet ajansı, KGB’nin halefi olan Federal Güvenlik Hizmeti’dir.

Kaynak zengini ülkelerin sahip oldukları rezervler üzerindeki denetimlerini tahkim için gösterdikleri hassasiyet ve çabalar, kaynak milliyetçiliği olarak isimlendirilmektedir. Bolivya ve Venezüella gibi Latin Amerika ülkelerinde yakın zamanda gerçekleştirilen millileştirmeler ve Rus hükümetinin, İngiliz ve Hollanda ortaklığı olarak kurulan dünyanın en önemli petrol şirketlerinden olan Royal Dutch Shell’e, Sakhalin 2 sahanındaki dünyanın en büyük birleşik petrol ve doğal gaz geliştirme projesinin %51’ini satması için yaptığı baskı, bu yeni eğilimin örnekleri arasında yer almaktadır.

ABD’de başlayıp dünyaya yayılan 2008 küresel finans kriz ve 2011'de Avrupa Birliğinde ortaya çıkan mali krizin ardından hükümetler korumacı önlemlere yönelmeye başlamış ve dünyada ekonomik milliyetçilik uygulamaları artmıştır. Ekonomik milliyetçilik anlayışı çerçevesinde, milli ekonominin güçlendirilmesi, yerli üretimin teşvik edilmesi ve yabancı ürünlere karşı ülke ekonomilerinin korunması için alınan önlemlerde de ciddi artış kaydedilmiştir.

Bu kapsamda ABD ve bazı Avrupa ülkeleri krizde zor duruma düşen şirketlerle ilgili kurtarma paketleri açıklamıştır. Oto sektörünü kurtarma planları, bu uygulamaların başında gelmektedir. Örneğin Chrysler ve General Motors şirketleri ABD hükümetinden 17,4 milyar $ ödünç almış; Fransa Renault ve Peugeot’a yaklaşık 3’er milyar $ borç vermiş; İtalya, Almanya, İsveç ve Birleşik Krallık ise kendi şirketlerine 1,2’den 4 milyar $’a kadar değişen miktarlarda devlet yardımı taahhüt etmiştir (Kalaycı, 2011:73).

ABD’nin son yıllarda Trump yönetimiyle birlikte, Çin ve İran başta olmak üzere uyguladığı ekonomik yaptırımlar ve korumacı ticaret politikaları da ekonomik milliyetçilik uygulamalarının yeni ve farklı bir boyutunu oluşturmaktadır. İngiltere AB üyesi olmasına rağmen döviz kuru mekanizmasına katılmamış ve EURO’ya geçmemiştir. İngiltere’de günümüzün en sıcak konusu olan BREXIT tartışması da aslında ekonomik milliyetçiliğin önemli uygulamalarından biri olarak gösterilebilir.

Bu örnekler ve dünyada yaşanan ekonomik krize karşı alınan önlemler, ekonomik milliyetçiliğin gelecekte uluslararası ekonomide önemli rol oynayabileceğini açıkça göstermektedir. Batılı sanayi ülkelerinde korumacılık formundaki ekonomik milliyetçiliğin kitle temeli, esasen küreselleşmeden kaynaklanan rekabetin mağdur ettiği kesimlerden oluşmaktadır.

Günümüzde küresel sermayenin temsilcileri olan çok uluslu şirketler ve uluslararası finansal ve ekonomik kuruluşlar ulus devletlerin egemenliklerini hem ekonomik hem de siyasal alanda sınırlamaktadır. Bu noktada ulus devletleri aşındıran küresel sermayenin teşvik ettiği vahşi küreselleşmenin panzehiri aslında milliyetçiliktir. Ekonomi ve teknoloji alanında bağımsız olmadan milli politikaları ortaya koymak ve uygulamak imkânsızdır.

  1. Türkiye’de Ulus Devlet, Milliyetçilik ve Ekonomi

Aslında ekonomi ve milliyetçilik arasındaki ilişki küreselleşmeyle birlikte daha tartışılır hale gelmişse de Türkiye’de bu ilişkiyi Cumhuriyetin kuruluşunda, hatta Meşrutiyet döneminde başlayan milliyetçilik tartışmalarında bulabiliriz. Türk milliyetçiliği fikrinin gelişiminde önemli bir yeri olan Yusuf Akçura, Büyük Millet Meclisinin kurulmasından sonra Ankara Türk Ocağı’nda verdiği bir konferansta, hukuki olarak hükümet kurulmuş olmakla birlikte, bunun bir iktisadi gerçekliğe dönüşebilmesi için Türk milli devletinin çok sağlam iktisadi esaslara dayanması gerektiğini belirterek “Türk cidden hür, cidden müstakil olmak isterse, iktisaden hürriyet ve istiklal sahibi olmaya mecburdur” demektedir. Bunun için de Türk Ocaklarını Türk’ün iktisadi olarak güçlenmesi için hizmet etmeye, hatta bizzat iktisadi faaliyete geçmeye ve içlerine üretici sınıfları ve onların gençlerini almaya davet etmektedir (Akçuraoğlu 2014: 251-255).

Türk milliyetçiliği ideolojisinin gelişiminde önemli bir yeri olan ve Atatürk’ün fikirlerimin babası dediği Ziya Gökalp’in o dönemdeki fikirleri de milliyetçilik ve ekonomi ilişkisi açısından önemli ipuçları vermektedir. Atatürk’e bu konularda ilham kaynağı olan Ziya Gökalp’in ardından Mümtaz Turhan ve Erol Güngör gibi, siyasi, sosyal ve kültürel değişmeler karşısında Türk milliyetçiliği konusunda önemli eserleri olan düşünürlerin çalışmaları da bu konuda önem taşımaktadır.

Ziya Gökalp’in anlayışında toplumsal dayanışma (solidarizm) önemli bir yer tutar. Gökalp’e göre “Türkler hürriyeti ve bağımsızlığı sevdikleri için komünist olamazlar. Fakat eşitliği sevdiklerinden dolayı fertçi de kalamazlar. Türk kültürüne en uygun olan sistem dayanışmayı (solidarizm) esas alan sistemdir. Kişisel mülkiyet toplumsal dayanışmaya yaradığı oranda geçerlidir.” Türklerin toplumsal ülküsünün kişisel mülkiyeti kaldırmaksızın sosyal servetleri kişilere kaptırmamak, kamunun çıkarları yönünde harcamak üzere saklamak ve çoğaltmak; ekonomik ülküsünün ise ülkeyi büyük endüstriye (ağır sanayiye) kavuşturmak olduğunu belirten Gökalp, bunun için milli ekonomi teorilerini referans göstermekte ve Amerika’da John Ray ve Almanya’da Frederich List’in kendi ülkeleri için birer özel milli ekonomi sistemi meydana getirdiğini ve böylece iki ülkenin İngiltere ile boy ölçüşecek seviyeye geldiğini söylemektedir.

Bu değerlendirmelerin ardından “Ekonomide Türkçülük” bahsini bitirirken yaptığı tavsiye ise Türk milliyetçilerine vasiyet niteliğindedir. Gökalp bu konudaki sözlerini şöyle noktalamaktadır: “İşte Türk ekonomistlerinin de ilk işi, önce Türkiye’nin ekonomik durumunu ve gerçeklerini incelemek ve sonra bu gerçekçi incelemelerden milli ekonomimiz için bilimsel ve esaslı bir program meydana getirmektir. Bu program hazırlandıktan sonra, ülkemizde büyük endüstriyi meydana getirmek için herkes bu programın gösterdiği sınırlar içinde çalışmalı ve İktisat Bakanlığı da bu kişisel faaliyetlerin başında genel bir düzenleyici görevi yapmalıdır.” (Gökalp 2015:135-138).

Gökalp’ten etkilenen Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı da dayanışmacıdır. Atatürk’e göre; Türk toplumunu teşkil eden köylü, çiftçi, işçi, esnaf, sanatkâr, sanayici, tüccar, serbest meslek mensubu, memur gibi çeşitli meslek ve zümrelerin, aynı milli toplumun birer unsuru olarak sosyal adalete uygun esaslar içinde, ahenkli bir tarzda işbirliği yapmaları gerekmektedir. Bu meslek ve zümreler arasında çıkabilecek uyuşmazlıklar, millet yararını her şeyin üstünde tutarak uzlaştırılmalı ve bağdaştırılmalıdır (Feyzioğlu 1987:69).

Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte başlayan bir ulus-devlet inşasında milliyetçilik ve milli iktisat politikaları önemli bir yer tutmuştur. Birçok savaştan çıkmış, sanayileşmeyi gerçekleştirememiş ve sermaye birikimi yeterli olmayan bir ülkede ulus-devletin inşası açısından iktisat politikaları büyük önem arz ediyordu. Tabii ki sermaye birikimi olmayan bir toplumdan ulus-devlet çıkarmanın yolu olarak fikir babası olan Gökalp gibi Atatürk de “dayanışmacılığı” ön plana çıkarıyordu. Daha cumhuriyet ilan edilmeden Atatürk’ün talimatıyla İzmir’de Türkiye İktisat Kongresinin toplanması ve bu kongreye tüm iktisadi aktörlerin davet edilmesi kurucuların bu ihtiyacı gördüklerinin bir deliliydi.

Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından, milli bağımsızlık ve egemenliğini hayatın her alanında tesis etmeyi hedefleyen Türk Milleti, bu zaferi ekonomik sahada taçlandırmak üzere Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihinde İzmir’de “Türk İktisat Kongresi”ni düzenlemiştir. Lozan Barış Konferansına galip devletlerin dayattığı kapitülasyonlar ve boğazların statüsüyle ilgili şartlara teslim olmayı reddetmemiz üzerine Atatürk’ün talimatıyla heyetin Türkiye’ye dönmesinin hemen ardından, Antlaşmanın imzalanmasından ise 4 ay önce toplanan kongre, ülkenin farklı yerlerinden gelen çiftçi, köylü, tüccar, sanayi ve işçi zümrelerinden 1135 temsilcinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir.

Bu kongre ülkenin kaynaklarının ve ihtiyaçlarının tespitinin yapıldığı bir kongre olmasının ötesinde, milli iktisat politikalarının da temelinin atıldığı bir kongre olmuştur. Atatürk 1923’ten itibaren bütün iktisadi gelişmelerle, sanayi planlarıyla ve yatırım programlarıyla bizzat kendisi ilgilenmiştir.

Atatürk özetle “Arkadaşlar, bence yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün ilkeleri, bütün programları iktisat programından çıkmalıdır.” cümlesinde anlamını bulan kongrenin açış konuşmasında konunun önemine dair şunları söylemiştir:[1]

“Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferler ile taçlandırılamazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner. Bu bakımdan en kuvvetli ve parlak zaferimizin bile sağlayabildiği ve daha sağlayabileceği yararlı kazançları belirlemek için ekonomimizin, iktisadî hâkimiyetimizin sağlanması ve sağlamlaştırılması ve genişletilmesi gerekir.”

Kısacası, ulus-devletin kuruluşunda ekonominin, daha doğrusu milli bir ekonominin önemini kavrayan Atatürk bunu Türkiye’nin iktisadi aktörlerine aktarmak ve tüm kesimlerin katıldığı bu toplantıdan çıkacak sonucu Lozan Barış Konferansında anlaşmaya yanaşmayan batılı devletlere Türkiye’nin gücünü gösterebilmek için bu kongreyi toplamıştır.

İşte bu Kongre, iktisadi kurtuluş ve tam bağımsızlık hedefinin bir başlangıcı ve milli iktisat tarihimizde önemli bir çıkış noktası olmuştur. Kongrede siyasi bağımsızlığın temel şartının ekonomik bağımsızlık olduğu; kapitülasyon ve Düyûn-u Umumiye zihniyetinin kayıtsız şartsız reddedildiği; yeni kurulan Devletin ekonomik yapısının yabancı sermayeden uzak, yerli üretime ve milli kaynaklarla kalkınmaya dayalı milli bir model olacağı fikri kabul edilmiştir.

Atatürk’ün Milli İktisat Kongresi’nde dile getirdiği bu milli iktisat anlayışının sonucunda sanayi planı uygulamaya konulmuş ve bu çerçevede birçok fabrika ve tesis kurulmuştur. Devlet, sanayi alanında yatırım yapacak, ya da bu alanda yatırım yapacak kuruluşlara destek verecek olan müesseselerin kurulmasına öncülük etmiştir. Bu amaçla öncelikle 1924'te Anadolu tüccarları ve bazı politikacıların ortaklığı ile İş Bankası kurulmuştur. Bankanın amacı, tasarrufların millî bir bankada toplanması, teşvik edilmesi, artırılması ve yerli sanayinin finansmanı için fonların oluşturulmasıdır.

1925 yılında ise Osmanlı döneminden kalan devlet teşebbüslerini, özel teşebbüse devredinceye kadar yönetmek, sanayi ve madencilik konularında özel teşebbüsle ortaklaşa faaliyette bulunmak ve bu alanda çalışanlara kredi sağlamak amacı ile Sanayii ve Maadin Bankası kurulmuştur.  Öte yandan, hammaddesi Türkiye'de yetişen ve o zamana kadar ithal edilen şekerin başta Alpullu Şeker Fabrikası olmak üzere kurulan fabrikalar vasıtasıyla yurt içinde üretilmesi için 1925 yılında bir yasa çıkarılmıştır. 1926 yılında da şeker ithalatı devlet tekeline bırakılmış ve başka bir kanunla da şeker fabrikasının ürünlerinin devlet tarafından alınması zorunlu hale getirilmiştir.[2] Bu dönemde sanayi alanındaki en büyük atılım 28 Mayıs 1927'de çıkarılan "Sanayii Teşvik Kanunu” ile gerçekleşmiştir. Bu kanun milli sanayileşme politikasının başlatıcısı olması nedeniyle çok önemlidir.

 

KAYNAKÇA

Akçuraoğlu, Yusuf (2014), “Türk Milliyetçiliğinin İktisadi Menşeine Dair,” içinde geçtiği kitap: Modern Türk Düşüncesinde Milliyetçilik, (Haz. Mehmet Kaan Çalen ve Haluk Kayıcı), Bilgeoğuz Yayınevi, İstanbul, ss.251-267.

Falay, Nihat (1978), İbni Haldun’un İktisadi Görüşleri, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Maliye Enstitüsü Yayın No: 58, İstanbul.

Feyzioğlu, Turhan (1987), Atatürk ve Milliyetçilik, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara.

Gilpin, Robert. (2001). Global Political Economy: Understanding the International Economic Order. USA: Princeton University Press.

Gilpin, Robert. (1987). The Political Economy of International Relations. USA: Princeton University Press.

Gökalp, Ziya (2015), Türkçülüğün Esasları, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul.

Heilperin, Michael A. (1960). Studies In Economic Nationalism. Paris: Librairie Minard.

Helleiner, Eric (2002), Economic Nationalism as a Challenge to Economic Liberalism? Lessons from the 19th Century, International Studies Quarterly, 2002, 46, pp.307-329

Kalaycı, İrfan. (2011). "Küresel Finans Krizine Karşı Korumacılık: Bir GFZT Yaklaşımı", Sayıştay Dergisi. Sayı:83.

Kofman, Jan (1990), How to Define Economic Nationalism? A Critical Review of Some Old and New Standpoints.. Henryk Szlajfer (Ed.). Economic Nationalism in East-Central Europe and South America: 1918-1939 içinde (s. 17-55). Geneve: Librairie Droz.

Pickel, Andreas. (2005), False Oppositions: Reconceptualizing Economic Nationalism in a Globalizing World, Eric Helleiner and Andreas Pickel (Ed.). Economic Nationalism In A Globalizing World içinde (s. 1-21). USA: Cornell University Press.

[1] http://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turkiye-iktisat-kongresini-acis-soylevi-izmir

[2] Yaşar Semiz, “1923-1938 Döneminde Türkiye'nin Sanayi Politikası”, https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=355392&/1923-1938-D%C3%B6neminde-T%C3%BCrkiyenin-Sanayi-Politikas%C4%B1-/-Yrd.-Do%C3%A7.-Dr.-Ya%C5%9Far-Semiz-

Gece
Gündüz