0(312) 216 11 09

Doç.Dr. Mehmet GÜNAL

Giriş

Postmodernite (ya da Postmodernizm) kavramı günümüzde sanattan felsefeye, bilimden teknolojiye birçok alanda tartışılan bir kavramdır. Postmodernizm, modernizm sonrası anlamına geldiğine göre, önce modernin ve modernizmin ne olduğuna bakmak, daha sonra da modernden postmoderne geçiş sürecini ele almak gerekmektedir. Bu çalışmada, modernizmden postmodernizme geçişin ekonomik dönüşüme etkileri incelenecek ve Türkiye’de yaşanan ekonomik dönüşüm bu çerçevede değerlendirilecektir.

Geleneksel toplumların karşıtı anlamında kullanılan modernlik, aydınlanma döneminin bir kavramı olarak ortaya çıkmış olup, insanların genel olarak bir ilerleme süreci içinde olduğunu ve dolayısıyla yeninin ve iyi olanın arzu edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Sanatsal açıdan bakılınca ise, modernizm realizme bir tepki olarak doğmuştur.

Postmodernizm kavramı ise daha karmaşıktır ve çok farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Kullanıldığı alana göre de tanım değişebilmektedir. Ancak, esas itibarıyla, kendisini izleyen veya kendisinden sonra geleni tanımlayan bir dönemi ifade etmektedir. Bu çerçevede postmodernizm, modernizm sonrası veya ötesi anlamına gelmektedir. Modernizmin bir uzantısı veya tam karşıtı olarak tanımlandığı gibi, kapitalizmin yeni bir safhası olarak da ifade edilen postmodernizm, aynı zamanda sanayi sonrası toplumu ya da daha popüler deyimiyle küreselleşmeyi de ifade eder şekilde kullanılabilmektedir.

Öncelikle 1960’lı yıllarda sanat çevrelerinde başlayan ve daha sonra 1970’li ve 1980’li yıllarda giderek sosyoloji ve felsefe alanlarında belirginleşen modernizm/postmodernizm tartışmaları , modernden farklı bir kopmayı, başka bir deyişle yeni bir toplumsal dönüşüm sürecini ifade etmek için yapılmaktaydı.

İktisadi açıdan baktığımızda, modernizmin iki temel söylemi olan Liberalizm ve Marksizme göre, malın değişim değeri üretim için gerekli olan emek tarafından belirlenirken, ileri kapitalist aşamada artık mal ve hizmetlerin değişim değerinin iletişim süreci tarafından belirlendiği öne sürülmektedir (Dursun, 2004).

Modernden Postmoderne Geçiş, Kapitalizm ve Üretim Süreçleri

Postmodernizmin modernizm ile ilişkisinin iç içe bir süreç mi, yoksa karşıt mı, yahut farklı bir süreç mi olduğu hususundaki tartışmalar tam olarak açıklığa kavuşturulamamıştır. Ancak, ekonomik açıdan bakıldığında, modernizmden postmodernizme geçiş sürecini kapitalizmin gelişme aşamaları ile ilişkilendirerek üretim süreçlerindeki gelişmeleri açıklayabiliriz. Çünkü, kapitalizmin gelişmesi, sadece ekonomik yapıları değil, toplumsal yapıları da etkilemiştir (Giddens; 1991, s.56-57).

Kapitalizmin ilk dönemi olan klasik sanayileşme dönemi 18. yüzyılda yaşanan değişimler ve örgütlenme tarzına ilişkin yeni dinamiklerin hakim olduğu bir dönemdi. 19. yüzyılın sonlarında belirginleşen ve İkinci Dünya savaşı’nın sonuna kadar devam eden ikinci aşamada ise, uluslararasılaşmanın ve ticaretin serbestleşmesinin getirdiği bir yeniden yapılanma anlayışı hakim olmuş ve bu yeni kapitalizm aşaması örgütlü kapitalizm olarak adlandırılmıştır.

Bu örgütlü kapitalizm dönemini, Marksist iktisatçılar ise emek süreçlerini ve örgütlenmesinin boyutlarını kapsayan bir düzenleme biçimi olarak siyasal boyutu da içerecek şekilde “Fordist” dönem olarak, döneme damgasını vuran ideolojiyi de “Fordizm” olarak adlandırmışlardır.  Endüstriyel tarımdan kitle üretim ve kitle tüketim ekonomilerine dönüşü simgeleyen Fordizm dönemi bu gelişmiş ekonomik özelliklerinden dolayı modern dönem olarak adlandırıldı. Yüksek ücretler ve iyileşen yaşam standartları, büyük ölçüde kas ve zihin gücü gerektiren yeni çalışma süreçleriyle Fordizm hem bir kapitalist üretim biçimi hem de bir tüketim tarzı olarak nitelendirilmektedir. (Fordizm ve Post-Fordizm ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için, Birkök (2004) ve A. Lipietzel (1993) bakılabilir)

1970’lerde ekonomilerde ve uluslar arası para sisteminde yaşanan dönüşümler ve petrol krizleri, özellikle bilişim ve iletişim alanında ortaya çıkan teknolojik devinim sonucu yaşanan bir yeniden yapılanma sürecine yol açmıştır. Bilim, kültür ve sanat anlayışı açısından bir bütün olarak “Post-Fordizm” olarak adlandırılan bu süreci; daha önceki fordist döneme modern dönem diyen Weberci gelenekten gelen düşünürler ise Post-Modernizm süreci olarak adlandırmaktadırlar. ( Şaylan,2001, s.138)

Post Modernizm, Küreselleşme ve Ekonomik Dönüşüm

Bilgi ve iletişim teknolojilerinde ortaya çıkan yeniliklerin etkin olduğu Post-Modernizm anlayışı, yeni bir ekonomik, siyasi ve kültürel düzeni ifade eden küreselleşme olgusunu da gündeme getirmiştir. Bu süreçte bilgi üretimin, daha geniş anlamda ekonominin asli unsuru haline gelmiştir. Endüstrinin egemenliğinden, bilgi ve hizmetlerin egemenliğine geçişi simgeleyen ve toplumsal alanın tüm unsurlarının dönüşüme uğradığı bu sürece “ekonomik Post-Modernleşme”, başka bir deyişle “enformatikleşme” süreci denilmektedir. Bu adlandırmayı yapan Hardt ve Negri; “modernleşme sürecini emeğin tarım ve madencilikten (birincil sektör) göçüyle tanımlarken, post-modernizm sürecini emeğin endistriden hizmet alanına ( üçüncü sektör) göçüyle tanımlamaktadır.” (Hardt ve Negri, s.298. Bu alıntı Dursun, 2005’ten yapılmıştır.)

Ekonomik üretim faaliyetlerinde bilgi ve iletişimin merkezi rol oynadığı ve dolayısıyla bu faaliyetlerin çoğunun değişken ve esnek olduğu, yeni sektörler ile teknolojik ve kurumsal yeniliklerin hızla geliştiği bu dönem endüstriyel üretimin ya da Fordist üretimin sonu değil, bu üretim aşamalarının yeni bir küresel örgütlenmesi olarak görülmektedir. Harvey’e (1999) göre, bu çerçevede hakim kapitalist ülkeler, öncelikle G-7 ülkeleri enformatik hizmet ekonomileri, onların ilk bağımlıları endüstriyel ekonomiler, daha çok bağımlı olanlar ise tarımsal ekonomilerdir.

Aslında Harvey’in bu tespiti, günümüzdeki toplumsal yapıya “bilgi toplumu”, çağımıza ise “bilgi çağı” denmesinin bir başka ifadesi gibi görünmektedir. Bu dönemde post-endüstriyel bir ekonomik yapı, post-modernist bir düşünce yapısı hakim hale gelmiştir. Daha genel olarak baktığımız zaman ise, bu yapı ve kurumların tamamını içerecek şekilde “küreselleşme” kavramının sık kullanılır hale geldiğini görmekteyiz. Küreselleşme, hem bilgi toplumuna geçişi, hem de eski sosyo-kültürel yapının değişimini, hem de uluslararasılaşmaya (modern dönemin temeli olan milli devlet kavramının aşınmasını) ifade etmektedir.

Türkiye’de Modernden Postmoderne Geçiş ve Ekonomi

Türkiye’deki modernleşmenin tarihini, Türklerin ilk olarak Ortaçağda Asya’dan kopup batıya yönelmesi ile başlatan Bernard Lewis, Arap ve İslam etkisiyle kesintiye uğradığını iddia ettiği bu tarihi sürecin, Osmanlı reformcularının 18. yüzyılda bir model ve esin kaynağı olarak batıya dönmeleri ile yeniden başladığını ifade etmektedir (Kasaba, 1999, s.16-17).

Evet, bizim batıyı takip ettiğimiz doğrudur. Ancak, hep bir adım geriden takip etmişizdir. Biz batının sanayi devrimini yakalamaya çalışırken, batı bilgi veya enformasyon çağına girmiştir. Biz daha Aydınlanmanın değerlerini özümsemeden, batı Aydınlanmaya karşı postmodernizmi geliştirmiş ve bir muhalif düşünce yaratmıştır. Ancak, bizim geçişlerimizin karmaşık olduğunu ve birçok unsuru içinde barındırdığını  kabul etmek gerekir. Türk toplumu ekonomik açıdan esas olarak tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecini yaşarken, aynı anda başka geçiş süreçlerini de yaşamaktadır. Sanayi toplumuna geçiş yanında, sanayi sonrası toplumunun üretim ve kurumlaşma yapısının bazı yönleri ( en azından iletişim yoluyla olmak üzere) yaşanmaktadır. Kısacası, Türk toplumu birden fazla geçişi iç içe yaşamaktadır (Yılmaz, 1996, s.166-167).

Türkiye açısından bakıldığında, ekonomik alanda tarımdan sanayi üretimine geçişin, başka bir deyişle geleneksel yapıdan moderne geçişin görüldüğü, ancak aynı zamanda postmoderne geçiş sorunlarının devam ettiği söylenebilir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında devletçi bir anlayışla sanayi planları uygulayan Türkiye, kendine özgü bir tür Fordist yaklaşımla sanayileşmeyi gerçekleştirmeye çalıştı. 1950’lerden sonra kısmi bir serbestleşmenin yaşandığı dönemde ise, planlı ekonomi ve ithal ikameci bir ekonomik yaklaşım hakim oldu. Türkiye, ancak 1980’de yaşanan dönüşüm sonrası, dışa açık bir serbest piyasa ekonomisi anlayışını benimseyerek sanayileşme sürecini belli ölçüde tamamlamış oldu.

1990’ların sonu ve 2000’li yıllar ise aslında postmodernist bir ekonomik yapıya, başka bir deyişle bilgi toplumuna (bilgi çağına) geçişin (daha doğrusu geçemeyişin!) sancılarının yaşandığı bir dönem oldu.

Sonuç

Postmodernizm, üretim ile birlikte tüketimin de önem kazandığı ve ön plana çıktığı bir süreç. Özellikle ülkemizde tüketimin hızla arttığını, üretimin ise yeterince artmadığını gözlemliyoruz. Bunun sonucunda da dış ticaret ve cari işlem açıklarımız hızla artıyor. Yani üretmeden tüketiyoruz ve bunu da borçlanmayla finanse ediyoruz. Bu tüketim kalıplarındaki değişme, yani modernitenin tasarruf eden, üreten bir toplum tasavvurunun yerine tüketen bir topluma, başka bir deyişle arzu ve ihtiyaçların ön plana çıktığı topluma geçişin ifadesidir. Sonuç olarak modern toplumda tüketilen malların miktarı ve faydaları ön planda iken, postmodern toplumda bu malların sembolik anlamları ön plana çıkmıştır.

Aslında bilgi çağı ve postmodern dönemin esnek ve serbest yapısına bakılınca, ağır sanayi yapısı tamamlanmadan, bilgi çağına geçişin mümkün olduğu görülmektedir. Üretim süreçlerinde, hammadde sermaye ve emekten çok bilginin ve teknolojinin önem kazanması bizim için bir avantaj olabilir. Bunun için ise bilginin keşfinin, icadının, işlenerek ürüne dönüştürülmesinin ve nihayet üretiminin (çoğaltılmasının) önemini kavrayan ve buna göre stratejiler ve politikalar geliştirerek yeterli kaynağı ayıran bir yönetim anlayışı gerekmektedir. Türkiye bunu gerçekleştirecek insan potansiyelini içeren genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir, ancak bu potansiyeli değerlendirecek yönetim anlayışına henüz sahip değildir.

Postmodernizm (ya da küreselleşme) sosyal ilişkileri bozduğu, bir tür vahşi kapitalizme yol açtığı için, ülkeler arasında ve kesimler arasında gelir adaletsizliğini derinleştirdiği için tepkiler almaktadır. Bu çerçevede, küreselleşmenin ekonomik aktörleri olan IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gibi uluslar arası kuruluşlarda tepki alıyor. Hatta daha önce bu kuruluşlarda çalışanlardan da tepki almaktadırlar. Dünya Bankası eski başekonomisti olan Joseph Stiglitz, IMF programlarının başarısız olduğunu; birçok ülkenin IMF programını uygulamayarak başarılı olduğunu; ve nihayet IMF ve Dünya Bankası’nın lağvedilmesi gerektiğini savunmaktadır. Stiglitz’in bu görüşüne katılan, 2004 yılı ekonomi Nobel ödülünün sahibi olan Edward Prescott ise bu iki kuruluşun ekonomik politikaları düzenleyen kurumlar olarak değil, hükümetlerin dış politikalarını yönlendiren araçlar olarak karşımıza çıktığını ifade etmektedir.

Sonuç olarak, postmodernizmin hem ekonomik sosyal yapıları hem de kurumları dönüştürdüğü, küreselleşme boyutunda ele aldığımızda ise bu yapılar ve kurumları aşındırdığı görülmektedir. Küreselleşme süreci içinde yaşanan bu gelişmeler, toplumların kültürlerini, siyasi ve ekonomik sistemlerini önemli ölçüde değiştirmekte veya değişime zorlamaktadır. Ancak, tüm bunlardan daha önemlisi, küreselleşme toplumlar arasındaki gelir dağılımı adaletsizliğini daha da bozmaktadır. Küreselleşme (postmodernizm) öncesi dönemde Doğu-Batı mücadelesi olarak lanse edilen gerginliklerin yerini, artık zengin-yoksul, başka bir deyişle Kuzey-Güney mücadelesi (Huntington’un deyimiyle “çatışması”) almaktadır.

Böyle bir süreçte önemli olan kavramlar değil, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerdir. Bu süreçte, bilgi çağına geçiş için gerekli eğitim, altyapı ve kaynakları hazırlayarak gelişmesini sağlayacak ve toplumsal dönüşümü gerçekleştirecek bir Türkiye, hem İslam ülkeleri açısından bir model oluşturarak, hem de dünya ölçeğinde barışı ve katılımcı demokrasiyi savunan bir strateji geliştirerek, küreselleşmenin ihmal edilen sosyal boyutunu dikkate alan ve çatışmayı değil uzlaşmayı teşvik eden bir küreselleşme anlayışının hakim kılınmasında çok önemli bir rol üstlenebilir.

Türkiye, bir yandan demokrasinin yaygınlaştığı ve dolayısıyla gelir dağılımının iyileştiği bir ortamda küreselleşmenin olumsuz ve kutuplaştırıcı etkilerini dengeleyerek Huntington'un "medeniyetler çatışması" tezinin yanlışlığını ortaya koyarken, öte yandan bilgi toplumuna geçişi gerçekleştirerek önce bölgesinde lider bir ülke sonra da bir süper güç haline gelebilecektir.

KAYNAKLAR

Birkök, M. Cüneyt (2004)“Modernizmden Post-Modernizme: Yeni Problemler,” International Journal of Human Sciences, 2004 http://insanbilimleri.com/en/makaleler/sosyoloji/modernizmden_postmodernizme.htm

Dursun, Gülten (2004) “Ekonomik Postmodernlik: Üretimin Enformatikleşmesi ve Bilgi,” Kocaeli Üniversitesi'nce düzenlenen "II.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi"de sunulan bildiri. http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=254

Giddens, Antony (1991), The Consequences of Modernity, Oxford.

Hardt M. ve Negri, A. (2002), İmparatorluk, Çev: A. Yılmaz, Ayrıntı.

Harvey, David, (1999), Postmodernliğin Durumu, Çev: S. Savran, Metis.

Kasaba, Reşat (1999), “Eski ile Yeni Arasında Kemalizm ve Modernizm,” Editörler: Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba, Türkiye!de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, içinde, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, No.55, İstanbul (2. Basım), s.12-28.

Sayar, Ahmed Güner (2001), Osmanlı’dan 21. Yüzyıla: Ekonomik, Kültürel, ve Devlet Felsefesine Ait Değişmeler, Ötüken yayınları, İstanbul.

Şeylan, Gencay (2002), Postmodernizm, İmge Kitabevi.

Yılmaz, Aytekin (1996), Modernden Postmoderne Siyasal Arayışlar, Vadi Yayınları, Ank

Gece
Gündüz