0(312) 216 11 09

2023 dergi röportajı

Doç.Dr.Mehmet GÜNAL

2023 Dergi Tarih:15 Mayıs 2012 Sayı:133 Syf:32

Mayın Kanunu’nun Suriye’ Meselesine Etkisi

2023- Kısa bir süre önce “BOP, Arap Baharı ve Suriye Meselesi Işığında Mayın Temizleme İsrail ve AKP” isimli kitabınız yayınlandı. Bugün Suriye’de olup bitenleri de göz önünde bulundurduğumuzda kitabı nasıl değerlendiriyorsunuz?

  1. Günal- Bu kitabın alt yapısını, Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenmesi için hazırlanan kanun tasarısı sırasında Meclis’te yaptığımız çalışmalar oluşturmaktadır. Fakat kitabı hem “Mayın kanunu” olarak bilinen tasarıya muhalefetimizin arka planını gözler önüne sermek hem de bugün Suriye ile yaşanan sorunların hangi odakların yönlendirmesinin eseri olduğuna işaret etmek adına biraz genişleterek yayınlamayı uygun bulduk. Kitabımız geçen ay Berikan Yayınları’ndan çıktı. Biliyorsunuz Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi konusu 2009 yılında gündeme geldi. Kısa bir süre zarfında muhalefet olarak kamuoyunu aydınlatabilmeyi başardık ve AKP’nin yalan ve saptırmaları bu süreçte başarıya ulaşamadı. Yoğun gayretlerimiz sonucunda AKP’ye yakın basın organlarında bile Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi konusunda sert eleştiriler yer aldı.

Fakat AKP iktidarı, bizzat Başbakan Erdoğan’ın da gayretleriyle TBMM’yi baskı altına almış ve kanun tasarısının geçmesini sağlanmıştır. Cumhurbaşkanının da onayıyla kanun yürürlüğe girdi. Kısaca kanunun özü şu: 510 kilometre uzunluğundaki Suriye-Türkiye sınırındaki güvenliği sağlamak maksadıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından döşenmiş olan mayınların, Maliye Bakanlığı tarafından yapılacak bir ihale sonrasında, temizlik işlemini 5 yıl içinde yapacak firmaya tarımsal amaçlı olarak 44 yıllığına kiralanmasını amaçlıyor.  Kanunda ihaleyi alacak firmaya bu arazilerin 44 yıllığına tarım amaçlı kullanması için kiraya verilmesinin yer alması, sorunun temelini oluşturuyordu. Mayın temizlemeyle tarımsal faaliyetler ayrı şeylerdi. O dönemde bu böyle bir düzenlemenin hangi ihtiyacın ürünü olduğu ve Başbakan Erdoğan’ın bu husustaki ısrarının sebebi bir türlü anlaşılamadı. Fakat bu ısrarın nedeni bugün Suriye ile geldiğimiz noktayı düşünülünce daha net olarak ortaya çıkıyor. Başbakan birilerine söz verdi. 

Başbakan İsrail’e Söz mü Verdi?

2023- Kime söz verdi?

  1. Günal- Bugün geldiğimiz noktada BOP Eş Başkanı olarak İsrail’e söz verdiği görülüyor. Çünkü olaya diplomatik ve güvenlik çerçevesinden bakmayıp sâdece hükümetin dediği gibi ekonomik yönü ile mayın temizliği konusu ele alındığı zaman bile 216 bin dönüm büyüklüğündeki bu arazide yapılacak tarımsal üretimin tek başına çok önemli bir ekonomik gelire karşılık geldiğini okuyucularımıza buradan duyuralım. Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesinde İsrailli firmaların öncelikli olarak yer alması ve Başbakan’ın konuşmalarında İsrail’i ima eden sözlerine de dikkat etmek gerekir. O dönemde böylesine bir işe ancak İsrailli firmaların talip olacağı sıklıkla dile getirilmiş, Başbakan da “Paranın milleti, ırkı, dini, milliyeti olmaz” diyerek söz konusu eleştirilere cevap vermişti. Düşünün o ihale yapılsa ve İsrailli bir firma söz konusu ihaleyi alsa idi, Suriye ile ilişkilerin bu denli kötü olduğu bir ortamda İsrail devleti Türkiye sınırlarından Suriye’yi kontrol ediyor olacaktı.

İsrail’in Arz-ı Mev’ud Politikası

2023- Yabancıların yoğun olarak Hatay ve civarında toprak aldığı biliniyor, bunun da konuyla bir bağlantısı olabilir mi?

  1. Günal- Elbette olabilir. Özellikle bu bölgedeki toprak satışının hangi ülke vatandaşları tarafından gerçekleştirildiğine dikkat edilmelidir. İsrail’in Arz-ı Mev’ud doğrultusundaki politikalarını göz ardı etmemek gerekir. Neydi İsrail’in Arz-ı Mev’ud politikası? İsrail’in Fırat’la Nil arasındaki toprakları kendisi için vaat edilmiş topraklar olarak kabul etmesidir. Ortadoğu’da bugünkü sorunların temelinde de Yahudilerin öteden beri ısrarla savundukları Arz-ı Mev'ud anlayışı vardır. Bölge Kur'ân-ı Kerim'de de “bereketli topraklar” olarak yer alıyor. Sık sık İsrail’in veya İsrailli vatandaşların doğrudan olmasa da dolaylı olarak GAP bölgesinde yoğunlaşan bir toprak alımları gündeme gelmektedir. Hukukî olarak bir sorun görünmese de güvenlik açısından dikkat edilmesi gereken hususlardır.

2023- Tekrar Suriye meselesi ile mayınların temizlenmesi arasındaki bağlantıya dönecek olursak, bu bağlantı nedir?

  1. Günal- Yüzyıllarca Selçuklular ve Osmanlılar döneminde bu bölge insanı ile birlikte yaşadık. Zamanla Batılı emperyalist güçlerin kışkırtmasıyla Balkanlar olduğu gibi Arap bölgeleri de ayrıldılar. Gerek Batı ve gerekse SSCB döneminde Suriye hep Türkiye’nin aleyhinde oldu. Düşünün; yüzyıllarca birlikte yaşadığımız kardeşlerimiz PKK terör örgütünün en büyük destekleyicisi oldu. Soğuk savaş döneminde de farklı kutuplarda yer aldık. Suriye ile ilişkilerin düzelmesi terörist başı Öcalan’ın Suriye’den gönderilmesi ve yakalanması sonrasında oldu, yâni 57. Hükümeti döneminde oldu. AKP’nin yaptığı propagandadaki gibi yeni başlamış değil. Mevcut iyileşme zamanla gelişti.

Hemen belirtmeliyiz ki, Türkiye ve Suriye’nin arasındaki ilişkinin gelişmesi açısından sınırdaki mayınların temizlenmesi çok önemlidir. Bugün “dünya küreselleşiyor” diyoruz, sınırlar kalkıyor diyor ama bizim komşularımızla aramızda kilometrelerce uzunluğunda mayın var. Soğuk savaş döneminde NATO’nun etkisiyle döşenen mayınların derhal kaldırılması elzemdir. Bizim bu konuda neye niçin itiraz ettiğimizi iyi vurgulamamız gerekir. Öncelikli itirazımız mayın temizleme ile bunun karşılığı olarak temizleyen şirkete 44 yıllığına tarım amaçlı olarak verilmesidir. Sonra bu temizleme işinin İsrailli firmalara verileceği iddiasının güçlenmesidir. İsrail’in bu mayın temizleme işi o noktaya vardı ki yandaş basının bazı yazarları buna sert tepki gösterdiler. 

Savaş Sebebi

2023- Mayınlı arazileri İsrail’e versek ne olurdu?

  1. Günal- Mayın temizleme olayının bugün anlaşılan boyutu da ilginç. Bizim öngörümüze göre, bugün Suriye ile olan savaş durumu o zaman başlamış olabilirdi. Daha doğrusu savaş ortamı olgunlaşmış bir hâle gelebilecekti. Bu sebeple biz kitabımızda da görüldüğü gibi mayınların temizlenmesi sadece millî bir mesele değil aynı zamanda uluslararası ilişkilerle de doğrudan bağlantısı olan bir sorundur. Suriye ile olan ilişkilerimiz, mayın temizleme işinin İsrail’e verilmesiyle, bugünkünden çok daha sorunlu bir hâle gelebilirdi. Suriye ile çatışmalı olan İsrail’in mayın temizleme ile Suriye’nin kuzeyine de yerleşmesinin, Türkiye-Suriye arasında onarılması güç yaralar açması yüksek bir ihtimaldi. Başka bir deyişle bizim “savaş” gerekçemiz daha meşru bir hâle gelebilecekti. Çünkü biz sınırımızdaki mayınları temizletiyoruz ve Suriye bize müdahale ediyor. Düşünün. Bu durumda kim haklı olabilir? Türkiye. Ama bu mayın temizleme işlemi gerçekleşmeyince tamamen düzmece olduğunu gördüğümüz bir iç karışıklıkla Suriye bir anda hedef hâline geldi. Hiç sebep yokken tamamen Amerikanvari bir gerekçeye dayanarak, “Suriye halkına demokrasi götüreceğiz!” söylemi yürürlüğe sokuldu. 

Dış Politikadaki Önceliğimiz Amerikan Çıkarları Oldu

2023-Irak’ta olup bitenler ile birlikte Büyük Kürdistan meselesi Suriye olaylarının neresinde?

  1. Günal- Başbakan Erdoğan’ın da eşbaşkanı olduğunu iftiharla söylediği BOP’un ana çerçevesini düşündüğümüzde büyük resmi daha sağlıklı değerlendirebiliriz. Başbakan defalarca BOP’un eşbaşkanı olduğunu açıklamıştır. Arap Baharı ayaklanmalarının BOP’un sınırları içerinde olması dikkat çekici değil mi? Artık açıkça yabancı ve Türk basınında dillendirildiği gibi Türkiye’nin Arap baharındaki rolü “taşeronluk”tur. Bu da göstermektedir ki hükümet dış politikasında bizim millî menfaatlerimizi değil ABD-AB-İsrail çıkarları öncelenmektedir.

Oysa AKP, yürürlüğe soktuğu yeni dış politika anlayışının tamamen Ankara merkezli olduğunu iddia etmektedir. Elbette hükümetin “biz ABD’nin taşeronuyuz” diyecek hâli yok. Ama onların yerine AKP’nin Ortadoğu’daki gelişmelerin ABD çıkarları doğrultusunda geliştiğini ve AKP’nin de mevcut işlevinin bir taşeronluk olduğu açıktır. Ayrıca bu gerçeği açıkça ilân eden “yandaş gazeteciler” de var. Mesela Cengiz Çandar. Çandar, bir yazısında AKP’nin ABD politikalarının taşeronu hâline geldiğini açıkça söylüyor. Biliyorsunuz bu şahıs Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın bütün ziyaretlerinin değişmez misafirlerindendir. Çandar’a göre, “Suriye, Washington tarafından Türkiye’ye ihale edilmiştir”. Bu iddiasının gerekçesini de açıklıyor: “Öyle olmasa, Tayyip Erdoğan, kardeş bildiği Başşar Esad ile sırf ‘sözünü tutmadı, reform yapacağım dedi yapmadı’ gerekçesiyle sekiz ay içinde ‘kardeş’ten ‘hasım’ konumuna kayar mıydı? Bu gerçek bir gerekçe olsa Sudan devlet başkanına Türkiye’nin kapıları ağzına kadar açık tutulur muydu? Türkiye burada muazzam radikal bir değişiklik yaparak Suriye muhaliflerine, rejime muhalif askeri unsurlara kendi topraklarında barınak sağlar mıydı? Bütün bunlar ABD politikasıyla örtüşüyor” Bunları söyleyen Çandar, bugüne kadar AKP’nin politikalarını kıyasıya destekleyen bir isimdir.

AKP’nin Türklükle Olan Sorunu

2023- Şimdi esas sorunuza gelelim. Büyük Kürdistan projesi Suriye olaylarının neresinde?

  1. Günal- Biliyorsunuz BOP’un bizim açımızdan önemi, ABD-AB bloğunun bağımsız bir Kürdistan öngörmesidir. Körfez Savaşı’ndan beri Irak’ta bu devletin alt yapısı hazırlanıyor. Türkiye’de bu projenin merkezinde yer alıyor. Ortadoğu’da bağımsız bir Kürdistan devleti Türkiye’nin millî varlığına ciddî bir tehdit unsurudur.

Irak son dönemde özellikle ABD’nin çekilmesiyle birlikte yeni bir çatışma içerisine girdi. Çatışmanın bir ucunda Başbakan Nuri El-Maliki dururken, diğer tarafta Barzani, Haşimi, Allavi, Nuceyfi ve Mukteda El-Sadr yer alıyor. Bu dikkat edilmesi gereken bir kamplaşmadır. Türkiye ile Maliki arası da biliyorsunuz bozuldu. Maliki, Türkiye’ye nota veriyor ve Türkiye’nin düşman olduğunu açıkça söylüyor. Bu arada İran’la arasında su sızmıyor. Irak içinde saflar net olarak belirlenmiş değil, her an değişebilir. Barzani ve Talabani arasında bile çatlaklar var.

Barzani açıkça bağımsızlık tarihi verdi. “Maliki uzlaşmaya varmazsa Kürdistan halkı kendi kaderini belirlemek için referanduma gidecek” diye. Her fırsatta da “Büyük Kürdistan’ın” mutlaka kurulacağını söylüyor. Önümüzdeki yıllar tek bir konuya odaklanıyor aslında o da “Kürdistan” diye bir devletin kurulması ve doğal olarak Irak, Suriye, İran ve Türkiye sınır değişimi ile karşı karşıya kalacak. Suriye’de de Kürtler muhalif hareketlere açıkça destek vermese de Esad sonrasının Suriye’sinde bir özerk Kürdistan tasarlanıyor. Suriye’de üç milyon Türkmen olduğu hâlde ve belirli bölgelerde de çoğunluk sağladıkları hâlde herhangi bir Türkmen özerkliğinden bırakın bahsetmeyi etnik gruplar sayılırken bile Türkmenlerin adı yok. Türk dış politikası resmen komşularla ilişkilerde Türkmen faktörünü yok saymaktadır. Gerek Irak ve gerekse Suriye’de mevcut Türk nüfusu üzerinden bir politika geliştirmek söz konusu değil. İşte bir Kürt özerkliğinden bahsedilmesi “Büyük Kürdistan”ın kurulması için zorunlu. Çünkü Suriye’de Kürtlerin bulunduğu bölge üzerinden Irak Kürtleri denize açılabilecek veya en azından Irak petrollerinin dünyaya pazarlanması için Türkiye’nin öneminin azaltıldığı ve Türkiye’ye bağımlılığın yok edildiği bir alan yaratılmış olacak. Irak’ta tamamı Türkmenlerden oluşan Telafer’in Barzani ve işgal güçleri tarafından sürekli bombalanması ve yok edilmeye çalışılması, Telafer’in iki Kürt bölgesi arasında çok stratejik bir mevkide yer alması dolayısıyladır. Ama Türkiye için Telafer diye bir dava yoktur.

BOP Çerçevesinde AKP’ye Vaatler Verildi

2023- Bunun sebebi ne olabilir?

  1. Günal- Bunun iki türlü açıklaması var. Birincisi AKP hükümetinin Türklükle olan sorunu ikincisi de takip ettiği politikada sâdece bir taşeron rolü ifa etmesidir. Çünkü BOP çerçevesinde yürütülen bu çalışmalar tamamen ABD-AB çıkarlarına göre dizayn edilmiştir. Ve AKP hükümeti maalesef kendi ülkesi üzerinde bile tasarruf sahibi görünmemektedir. Türkiye’de de Kürtlere ilk aşamada özerklik verilecektir.

2023- Kürt Açılımı’nın bu projedeki yeri nedir?

  1. Günal- Kürt Açılımı AKP’nin BOP çerçevesinde içerdeki görevi. Büyük Kürdistan projesinin -ki kimileri buna ikinci İsrail diyor- Türkiye ayağı. Erdoğan ve tabiî Kürt Açılımı’nın ilk sinyalini veren Cumhurbaşkanı Gül de projenin içinde. Kanaatimce, BOP çerçevesinde AKP’ye daha doğrusu Erdoğan’a büyük vaatlerde bulunuldu. Ortadoğu’nun patronu olması teklif edildi. Erdoğan’da bunu kabul etti. Ama bu patronluk teklif edilirken bazı şartlar ileri sürüldü. İşte bu şartların birincisi; Kürtlere anayasal güvence. Bunu siz “özerklik” diye düşünün. İkincisi de Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmasını savaş sebebi sayan TSK’nın etkisizleştirilmesiydi. Çeşitli siyasî nitelikli dâvâlarla TSK psikolojik savaşın ana hedefi oldu ve bu savaşı kaybetti. Yâni herhangi bir Kürt devleti artık kurulabilir. “Türkiye Kürdistan’ı” da buna dâhil!

2023- Bugün gelinen noktada Suriye olaylarının Türkiye ve ABD için konumu nedir?

  1. Günal- Genelkurmay Başkanı Necdet Özel geçen haftalarda basına “sürpriz ABD ziyareti” diye geçen ama hiç de sürpriz olmayan bir ziyaret yaptı, iki generalle birlikte. Önce de ABD Genelkurmay Başkanı ve CIA başkanları sık sık Türkiye ziyaretlerinde bulunmuşlardı. Bu ziyaretin dikkatlerden kaçan veya kaçırılan bir özelliği var. Önce Özel ve Başbakan arasında bitiminde herhangi bir açıklama yapılmayan 3 saatlik zirve gerçekleşmişti. Sonrasında Erdoğan “NATO göreve!” çağrısını yaptı. Suriyeli mültecileri ziyaret edip Esad’a verdi veriştirdi. Suriye halkının yanında olduğunu ilân etti. Tabiî bu arada Barzani ziyarete geldi. Başbakan gibi karşılandı.

Barzani’nin Türkiye’den ayrılmasından kısa bir süre sonra Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Büyükelçi Murat Özçelik’in istifa haberi geldi. Başbakan terör örgütü PKK ile müzakere görevini MİT’ten almış ve KDGM’ye vermişti. Yani Kürt Açılımı projesinin yeni merkezi bu kurumdur. Önemi de buradan gelmektedir. Özçelik ile açılımın koordinatörü Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay arasında soğuk rüzgarlar estiği biliniyor. Kürt açılımı sürecini iyi yönetemeyen Atalay ile açılımın yeni aktörü Özçelik arasındaki yöntem farklılığından da kaynaklanan bir çatışma söz konusu.

Bugün “güvenlikçi yaklaşım” ve “müzakereci yaklaşım” diye sınıflandırılan ve çeşitli tartışmalara da kaynaklık eden iki farklı yöntem bu ikili arasındaki ince çizgiyi oluşturuyor. Kısacası Özçelik diyor ki, “PKK ile silâhlı mücadeleyi sürdürelim. PKK’nın siyasî kanadı olan BDP ile de müzakere yürütelim. PKK’nın beli kırılınca onlarla da pazarlık yapılır” diyor. BDP ile ilişkide de, bunların hep Öcalan ve Kandil’i gösteren tutumları yüzünden, Barzani devreye giriyor. Barzani’nin “artık silâhların zamanı bitti” diyerek de bir bakıma BDP’lileri müzakereye zorluyor. Ayrıca Türkiye’de Barzani eksenli yeni bir Kürt siyasal hareketi oluşturma gayretinin de olduğu biliniyor. Yeni strateji dediklerinin özü de bu. Erdoğan, Güney Kore’ye giderken Atatürk Havalimanı’nda “Terör örgütü ile sonuna kadar mücadele, siyasî uzantısıyla da müzakere” demişti. Bir Arap ülkesini ziyaretinde sırasında da “PKK silâh bırakırsa TSK da bırakır” dedi. Yâni Başbakan Özçelik’in yeni stratejisini benimsedi.

2023- Yeni Anayasa yapımında Kürt sorununun çözülmesi nasıl planlanıyor? Veya şöyle soralım, Yeni Anayasa tartışmaları bütün bu olup bitenlerin neresinde?

  1. Günal- Tabiî bütün bu sohbetimizde dile getirdiğimiz BOP’tan Kürt Açılımı’na uygulamaya sokulan projenin hayata geçirilebilmesi yeni anayasaya bağlı. Çünkü biz biliyoruz ki, bu anayasayla ana dilde eğitim, özerklik, Türk kimliğinin tasfiyesi gibi bütün talepleri yâni PKK’nın talepleri yerine getirilmek isteniyor. Anayasanın yapımının sürekli ertelenmesi de bu sebepten. Beklenmeyen sorunların ortaya çıkışı sürekli olarak ertelemelere sebep oluyor. Şimdi kamuoyu psikolojik operasyonlarla bu bölücü anayasaya alıştırılıyor.

Ekonomi Palyatif Tedbirlerle İdare Ediliyor!

2023- Bölgesel bir güç hâline gelmeyi hedefleyen Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Davudoğlu “Suriye sürecini biz yöneteceğiz” dedi. Ekonomik olarak güçlü olmadan, küresel güçlerin taşeronluğunu yaparak bölgesel güç olmak mümkün müdür? Türkiye’nin ekonomisi iktidarın söylediği gibi iyi mi? Yoksa geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin kredi notunu “durağana” düşüren Standard & Poors yetkililerin uyarıları yerinde mi?

  1. Günal- Türkiye ekonomisi maalesef iktidar mensuplarının ve yandaş medyanın söylediği gibi iyi gitmiyor. AKP iktidarları döneminde hep keseden yedik ve eldeki varlıkları da satıp savurduk, yetmedi borçlandık ve ekonomimiz kırılgan hâle geldi. Ekonomideki sorunların temelinde sıcak paraya bağlı üretemeyen ekonomik yapı var. Türkiye’nin temel ekonomik sorunu, üretmeden tüketen ve tasarruf açığı nedeniyle borçlanma ve sıcak para girişiyle ekonomiyi ayakta tutmaya çalışan anlayışıdır. Maalesef AKP iktidarları döneminde bu anlayış kalıcı hâle gelmiş, ithalata ve sıcak paraya dayalı ekonomi anlayışı nedeniyle rekor düzeyde dış ticaret ve carî işlemler açıkları kaydedilmiştir. Bazı iktidar mensupları ve yandaş kalemler “Efendim, carî açık finanse edildiği sürece sorun değildir” diyorlar. Carî açık zaten bir sonuç, zaten finanse edilmiş. Ama nasıl finanse ettiniz? Neyle finanse ettiniz? Doğrudan yatırımla mı, kısa vadeli portföy girişiyle mi, sıcak parayla mı? Bu şartlarda mecburen sıcak parayla yapıyorsunuz. Son üç yıldır carî açık artan şekilde kısa vadeli portföy girişleriyle finanse edilmeye başlandı. Bu sağlıklı bir finansman yöntemi değildir. Yapısal önlemler alamayan AKP iktidarı “düşük kur-yüksek faiz” politikasını çözüm olarak görmekte ve sorunu görmezden gelmektedir. Aslında yanlış buradadır, sorunun varlığını kabul etmeden çözemeyiz. Bu düzenin devam etmesi için kuru düşük, reel faizleri yüksek tutmak zorunda kalıyoruz. Dünyada Brezilya ve Macaristan’dan sonra en yüksek reel faizi veren üçüncü ülkeyiz. Sâdece TL'nin sembolünü değiştirerek uluslararası para olamazsınız. Satın alma gücünü ve itibarını artırmak, TL'nin değerini artırarak kurunu düşürmek değildir. Uluslararası anlamda bir ödeme aracı olarak, bir uluslararası para birimi olarak kullanılmasını sağlayabilmektir. Onun için bunu yapmanın yolu da üretimi artırmaktır. Eğer ihracatımızın yüzde 82'si ithalata bağımlıysa, yatırımımız ve üretimimiz bu ölçüde ithalata bağımlıysa bunu yapamayız, kendi kendimizi aldatmayalım.

Sorunun temelinde dış ticaret açığımız var; yâni ihracatımızın artmasının az olması, ithalatın hızlı artması var. Üretimi artırmadan, Ekonomi Bakanı’nın söylediği ithal ettiğimiz hammadde ve aramalının yurtiçinde üretimini gerçekleştirmeden bu açığı kapatamayız. AKP Hükümeti “Bireysel emeklilik sistemini teşvik edelim, tasarruf artsın” gibi bir palyatif çözümler öneriyor. Yüzde 12'lere düşmüş tasarruf oranını bu yöntemle artırmak mümkün değildir. Zaten üretemiyorsak, vatandaşın geliri artmıyorsa nasıl tasarruf edecek? Kim bireysel emekliliğe yatırım yapacak da siz ona götürüp para vereceksiniz? Bunlar pansuman tedbirlerdir. Bakın, işin doğrusuna gidelim. Önce gelirimiz artacak ki biz tasarruf etmeye niyetlenelim. Vatandaşın borcu artmaya devam ediyor. 2012’nin ilk iki ay içerisinde geri dönmeyen kredilerdeki artış oranı yüzde 90’a ulaşmış durumda. Bu oran insanların kredi borcunu ödeyemediğini gösteriyor. Bu şartlarda nasıl tasarruf edeceksiniz? Yâni bu teklifin tutarlı bir tarafı yok ve derdimize çâre olması mümkün değil.

Sonuç olarak, Hükümet ve yandaşları ne kadar pembe tablo çizmeye çalışsa da ekonomi iyiye gitmiyor, sorunlar daha çözümsüz hâle geliyor. Bizim dışımızda uluslararası kuruluşlar da Türkiye’ye ilişkin tahmin ve beklentilerinde bu durumu dile getirerek uyarıyorlar! Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin not görünümünü “pozitif”ten “durağan”a düşüren uluslararası derecelendirme kuruluşu Standard & Poors da benzer uyarılar yaptı! Başta Başbakan olmak üzere AKP Hükümeti’nin üyeleri ise, bu eleştiri ve uyarıları dikkate almak yerine popülizm yaparak not düşüşünün haksız olduğunu söylediler! Şimdi şunu açıkça tartışmak lâzım: Türkiye’nin kredi notu uzun yıllardır hak ettiği düzeyde değildir. 1994 ve 2001 krizlerinden sonra da benzer tartışmalar yaşandı. Burada iki konuyu birbirinden ayırmak gerekir. Birincisi Türkiye’nin notunun kendi kategorisindeki benzer ülkelere göre düşük olmasıdır. Ancak, uluslararası sermayeye ve küresel güçlere karşı tam bir teslimiyet içinde olan AKP hükümeti bu hususu çözmek için on yıldır hiçbir gayret sarf etmedi, ama şimdi popülizm yaparak sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. İkinci husus ise, Standard & Poors şirketinin yetkililerinin Türkiye ekonomisi için söyledikleridir. S&P, açıklaması şöyle: “Azalan dış talep ve kötüleşen dış ticaret haddi, bizim görüşümüze göre, ekonominin yeniden dengelenmesini daha zor hâle getirdi ve yüksek dış borç ve dolaylı vergi gelirlerine dayanan devlet bütçesi dikkate alındığında, Türkiye’nin kredibilitesine yönelik riskleri artırdı.” AKP yetkilileri kusura bakmasın ama hem dış talep ve dış ticaret haddi ile ilgili olarak, hem de büyük artış gösteren dış borç ve dolaylı vergilerdeki artışla ilgili olarak yapılan uyarılar tamamıyla doğrudur. Aslında yapılan uyarılar da çok nazik bir üslupla yapılmıştır. Bu kuruluşu suçlayarak günah keçisi ilân etmek yerine, AKP Hükümeti uyarılara dikkate almalı ve bir an önce yapısal önlemleri alarak, üretim ve yatırım seferberliği başlatmalı ve ithalata bağımlılığı azaltarak, ihracatı artırmak üzere serbest kur rejiminden kontrollü dalgalı kur rejimine geçmeli ve Türkiye’nin rekabet gücünü artırmalıdır. Aksi takdirde bir süre sonra Türkiye’nin de Yunanistan ve İtalya gibi daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalması kaçınılmaz hâle gelecektir.

Gece
Gündüz