2023 dergi röportajı
Doç.Dr.Mehmet GÜNAL
2023 Dergi Tarih:15 Mayıs 2012 Sayı:133 Syf:32
Mayın Kanunu’nun Suriye’ Meselesine Etkisi
2023- Kısa bir süre önce “BOP, Arap Baharı ve Suriye Meselesi Işığında Mayın Temizleme İsrail ve AKP” isimli kitabınız yayınlandı. Bugün Suriye’de olup bitenleri de göz önünde bulundurduğumuzda kitabı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fakat AKP iktidarı, bizzat Başbakan Erdoğan’ın da gayretleriyle TBMM’yi baskı altına almış ve kanun tasarısının geçmesini sağlanmıştır. Cumhurbaşkanının da onayıyla kanun yürürlüğe girdi. Kısaca kanunun özü şu: 510 kilometre uzunluğundaki Suriye-Türkiye sınırındaki güvenliği sağlamak maksadıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından döşenmiş olan mayınların, Maliye Bakanlığı tarafından yapılacak bir ihale sonrasında, temizlik işlemini 5 yıl içinde yapacak firmaya tarımsal amaçlı olarak 44 yıllığına kiralanmasını amaçlıyor. Kanunda ihaleyi alacak firmaya bu arazilerin 44 yıllığına tarım amaçlı kullanması için kiraya verilmesinin yer alması, sorunun temelini oluşturuyordu. Mayın temizlemeyle tarımsal faaliyetler ayrı şeylerdi. O dönemde bu böyle bir düzenlemenin hangi ihtiyacın ürünü olduğu ve Başbakan Erdoğan’ın bu husustaki ısrarının sebebi bir türlü anlaşılamadı. Fakat bu ısrarın nedeni bugün Suriye ile geldiğimiz noktayı düşünülünce daha net olarak ortaya çıkıyor. Başbakan birilerine söz verdi.
Başbakan İsrail’e Söz mü Verdi?
2023- Kime söz verdi?
İsrail’in Arz-ı Mev’ud Politikası
2023- Yabancıların yoğun olarak Hatay ve civarında toprak aldığı biliniyor, bunun da konuyla bir bağlantısı olabilir mi?
2023- Tekrar Suriye meselesi ile mayınların temizlenmesi arasındaki bağlantıya dönecek olursak, bu bağlantı nedir?
Hemen belirtmeliyiz ki, Türkiye ve Suriye’nin arasındaki ilişkinin gelişmesi açısından sınırdaki mayınların temizlenmesi çok önemlidir. Bugün “dünya küreselleşiyor” diyoruz, sınırlar kalkıyor diyor ama bizim komşularımızla aramızda kilometrelerce uzunluğunda mayın var. Soğuk savaş döneminde NATO’nun etkisiyle döşenen mayınların derhal kaldırılması elzemdir. Bizim bu konuda neye niçin itiraz ettiğimizi iyi vurgulamamız gerekir. Öncelikli itirazımız mayın temizleme ile bunun karşılığı olarak temizleyen şirkete 44 yıllığına tarım amaçlı olarak verilmesidir. Sonra bu temizleme işinin İsrailli firmalara verileceği iddiasının güçlenmesidir. İsrail’in bu mayın temizleme işi o noktaya vardı ki yandaş basının bazı yazarları buna sert tepki gösterdiler.
Savaş Sebebi
2023- Mayınlı arazileri İsrail’e versek ne olurdu?
Dış Politikadaki Önceliğimiz Amerikan Çıkarları Oldu
2023-Irak’ta olup bitenler ile birlikte Büyük Kürdistan meselesi Suriye olaylarının neresinde?
Oysa AKP, yürürlüğe soktuğu yeni dış politika anlayışının tamamen Ankara merkezli olduğunu iddia etmektedir. Elbette hükümetin “biz ABD’nin taşeronuyuz” diyecek hâli yok. Ama onların yerine AKP’nin Ortadoğu’daki gelişmelerin ABD çıkarları doğrultusunda geliştiğini ve AKP’nin de mevcut işlevinin bir taşeronluk olduğu açıktır. Ayrıca bu gerçeği açıkça ilân eden “yandaş gazeteciler” de var. Mesela Cengiz Çandar. Çandar, bir yazısında AKP’nin ABD politikalarının taşeronu hâline geldiğini açıkça söylüyor. Biliyorsunuz bu şahıs Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın bütün ziyaretlerinin değişmez misafirlerindendir. Çandar’a göre, “Suriye, Washington tarafından Türkiye’ye ihale edilmiştir”. Bu iddiasının gerekçesini de açıklıyor: “Öyle olmasa, Tayyip Erdoğan, kardeş bildiği Başşar Esad ile sırf ‘sözünü tutmadı, reform yapacağım dedi yapmadı’ gerekçesiyle sekiz ay içinde ‘kardeş’ten ‘hasım’ konumuna kayar mıydı? Bu gerçek bir gerekçe olsa Sudan devlet başkanına Türkiye’nin kapıları ağzına kadar açık tutulur muydu? Türkiye burada muazzam radikal bir değişiklik yaparak Suriye muhaliflerine, rejime muhalif askeri unsurlara kendi topraklarında barınak sağlar mıydı? Bütün bunlar ABD politikasıyla örtüşüyor” Bunları söyleyen Çandar, bugüne kadar AKP’nin politikalarını kıyasıya destekleyen bir isimdir.
AKP’nin Türklükle Olan Sorunu
2023- Şimdi esas sorunuza gelelim. Büyük Kürdistan projesi Suriye olaylarının neresinde?
Irak son dönemde özellikle ABD’nin çekilmesiyle birlikte yeni bir çatışma içerisine girdi. Çatışmanın bir ucunda Başbakan Nuri El-Maliki dururken, diğer tarafta Barzani, Haşimi, Allavi, Nuceyfi ve Mukteda El-Sadr yer alıyor. Bu dikkat edilmesi gereken bir kamplaşmadır. Türkiye ile Maliki arası da biliyorsunuz bozuldu. Maliki, Türkiye’ye nota veriyor ve Türkiye’nin düşman olduğunu açıkça söylüyor. Bu arada İran’la arasında su sızmıyor. Irak içinde saflar net olarak belirlenmiş değil, her an değişebilir. Barzani ve Talabani arasında bile çatlaklar var.
Barzani açıkça bağımsızlık tarihi verdi. “Maliki uzlaşmaya varmazsa Kürdistan halkı kendi kaderini belirlemek için referanduma gidecek” diye. Her fırsatta da “Büyük Kürdistan’ın” mutlaka kurulacağını söylüyor. Önümüzdeki yıllar tek bir konuya odaklanıyor aslında o da “Kürdistan” diye bir devletin kurulması ve doğal olarak Irak, Suriye, İran ve Türkiye sınır değişimi ile karşı karşıya kalacak. Suriye’de de Kürtler muhalif hareketlere açıkça destek vermese de Esad sonrasının Suriye’sinde bir özerk Kürdistan tasarlanıyor. Suriye’de üç milyon Türkmen olduğu hâlde ve belirli bölgelerde de çoğunluk sağladıkları hâlde herhangi bir Türkmen özerkliğinden bırakın bahsetmeyi etnik gruplar sayılırken bile Türkmenlerin adı yok. Türk dış politikası resmen komşularla ilişkilerde Türkmen faktörünü yok saymaktadır. Gerek Irak ve gerekse Suriye’de mevcut Türk nüfusu üzerinden bir politika geliştirmek söz konusu değil. İşte bir Kürt özerkliğinden bahsedilmesi “Büyük Kürdistan”ın kurulması için zorunlu. Çünkü Suriye’de Kürtlerin bulunduğu bölge üzerinden Irak Kürtleri denize açılabilecek veya en azından Irak petrollerinin dünyaya pazarlanması için Türkiye’nin öneminin azaltıldığı ve Türkiye’ye bağımlılığın yok edildiği bir alan yaratılmış olacak. Irak’ta tamamı Türkmenlerden oluşan Telafer’in Barzani ve işgal güçleri tarafından sürekli bombalanması ve yok edilmeye çalışılması, Telafer’in iki Kürt bölgesi arasında çok stratejik bir mevkide yer alması dolayısıyladır. Ama Türkiye için Telafer diye bir dava yoktur.
BOP Çerçevesinde AKP’ye Vaatler Verildi
2023- Bunun sebebi ne olabilir?
2023- Kürt Açılımı’nın bu projedeki yeri nedir?
2023- Bugün gelinen noktada Suriye olaylarının Türkiye ve ABD için konumu nedir?
Barzani’nin Türkiye’den ayrılmasından kısa bir süre sonra Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Büyükelçi Murat Özçelik’in istifa haberi geldi. Başbakan terör örgütü PKK ile müzakere görevini MİT’ten almış ve KDGM’ye vermişti. Yani Kürt Açılımı projesinin yeni merkezi bu kurumdur. Önemi de buradan gelmektedir. Özçelik ile açılımın koordinatörü Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay arasında soğuk rüzgarlar estiği biliniyor. Kürt açılımı sürecini iyi yönetemeyen Atalay ile açılımın yeni aktörü Özçelik arasındaki yöntem farklılığından da kaynaklanan bir çatışma söz konusu.
Bugün “güvenlikçi yaklaşım” ve “müzakereci yaklaşım” diye sınıflandırılan ve çeşitli tartışmalara da kaynaklık eden iki farklı yöntem bu ikili arasındaki ince çizgiyi oluşturuyor. Kısacası Özçelik diyor ki, “PKK ile silâhlı mücadeleyi sürdürelim. PKK’nın siyasî kanadı olan BDP ile de müzakere yürütelim. PKK’nın beli kırılınca onlarla da pazarlık yapılır” diyor. BDP ile ilişkide de, bunların hep Öcalan ve Kandil’i gösteren tutumları yüzünden, Barzani devreye giriyor. Barzani’nin “artık silâhların zamanı bitti” diyerek de bir bakıma BDP’lileri müzakereye zorluyor. Ayrıca Türkiye’de Barzani eksenli yeni bir Kürt siyasal hareketi oluşturma gayretinin de olduğu biliniyor. Yeni strateji dediklerinin özü de bu. Erdoğan, Güney Kore’ye giderken Atatürk Havalimanı’nda “Terör örgütü ile sonuna kadar mücadele, siyasî uzantısıyla da müzakere” demişti. Bir Arap ülkesini ziyaretinde sırasında da “PKK silâh bırakırsa TSK da bırakır” dedi. Yâni Başbakan Özçelik’in yeni stratejisini benimsedi.
2023- Yeni Anayasa yapımında Kürt sorununun çözülmesi nasıl planlanıyor? Veya şöyle soralım, Yeni Anayasa tartışmaları bütün bu olup bitenlerin neresinde?
Ekonomi Palyatif Tedbirlerle İdare Ediliyor!
2023- Bölgesel bir güç hâline gelmeyi hedefleyen Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Davudoğlu “Suriye sürecini biz yöneteceğiz” dedi. Ekonomik olarak güçlü olmadan, küresel güçlerin taşeronluğunu yaparak bölgesel güç olmak mümkün müdür? Türkiye’nin ekonomisi iktidarın söylediği gibi iyi mi? Yoksa geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin kredi notunu “durağana” düşüren Standard & Poors yetkililerin uyarıları yerinde mi?
Sorunun temelinde dış ticaret açığımız var; yâni ihracatımızın artmasının az olması, ithalatın hızlı artması var. Üretimi artırmadan, Ekonomi Bakanı’nın söylediği ithal ettiğimiz hammadde ve aramalının yurtiçinde üretimini gerçekleştirmeden bu açığı kapatamayız. AKP Hükümeti “Bireysel emeklilik sistemini teşvik edelim, tasarruf artsın” gibi bir palyatif çözümler öneriyor. Yüzde 12'lere düşmüş tasarruf oranını bu yöntemle artırmak mümkün değildir. Zaten üretemiyorsak, vatandaşın geliri artmıyorsa nasıl tasarruf edecek? Kim bireysel emekliliğe yatırım yapacak da siz ona götürüp para vereceksiniz? Bunlar pansuman tedbirlerdir. Bakın, işin doğrusuna gidelim. Önce gelirimiz artacak ki biz tasarruf etmeye niyetlenelim. Vatandaşın borcu artmaya devam ediyor. 2012’nin ilk iki ay içerisinde geri dönmeyen kredilerdeki artış oranı yüzde 90’a ulaşmış durumda. Bu oran insanların kredi borcunu ödeyemediğini gösteriyor. Bu şartlarda nasıl tasarruf edeceksiniz? Yâni bu teklifin tutarlı bir tarafı yok ve derdimize çâre olması mümkün değil.
Sonuç olarak, Hükümet ve yandaşları ne kadar pembe tablo çizmeye çalışsa da ekonomi iyiye gitmiyor, sorunlar daha çözümsüz hâle geliyor. Bizim dışımızda uluslararası kuruluşlar da Türkiye’ye ilişkin tahmin ve beklentilerinde bu durumu dile getirerek uyarıyorlar! Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin not görünümünü “pozitif”ten “durağan”a düşüren uluslararası derecelendirme kuruluşu Standard & Poors da benzer uyarılar yaptı! Başta Başbakan olmak üzere AKP Hükümeti’nin üyeleri ise, bu eleştiri ve uyarıları dikkate almak yerine popülizm yaparak not düşüşünün haksız olduğunu söylediler! Şimdi şunu açıkça tartışmak lâzım: Türkiye’nin kredi notu uzun yıllardır hak ettiği düzeyde değildir. 1994 ve 2001 krizlerinden sonra da benzer tartışmalar yaşandı. Burada iki konuyu birbirinden ayırmak gerekir. Birincisi Türkiye’nin notunun kendi kategorisindeki benzer ülkelere göre düşük olmasıdır. Ancak, uluslararası sermayeye ve küresel güçlere karşı tam bir teslimiyet içinde olan AKP hükümeti bu hususu çözmek için on yıldır hiçbir gayret sarf etmedi, ama şimdi popülizm yaparak sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. İkinci husus ise, Standard & Poors şirketinin yetkililerinin Türkiye ekonomisi için söyledikleridir. S&P, açıklaması şöyle: “Azalan dış talep ve kötüleşen dış ticaret haddi, bizim görüşümüze göre, ekonominin yeniden dengelenmesini daha zor hâle getirdi ve yüksek dış borç ve dolaylı vergi gelirlerine dayanan devlet bütçesi dikkate alındığında, Türkiye’nin kredibilitesine yönelik riskleri artırdı.” AKP yetkilileri kusura bakmasın ama hem dış talep ve dış ticaret haddi ile ilgili olarak, hem de büyük artış gösteren dış borç ve dolaylı vergilerdeki artışla ilgili olarak yapılan uyarılar tamamıyla doğrudur. Aslında yapılan uyarılar da çok nazik bir üslupla yapılmıştır. Bu kuruluşu suçlayarak günah keçisi ilân etmek yerine, AKP Hükümeti uyarılara dikkate almalı ve bir an önce yapısal önlemleri alarak, üretim ve yatırım seferberliği başlatmalı ve ithalata bağımlılığı azaltarak, ihracatı artırmak üzere serbest kur rejiminden kontrollü dalgalı kur rejimine geçmeli ve Türkiye’nin rekabet gücünü artırmalıdır. Aksi takdirde bir süre sonra Türkiye’nin de Yunanistan ve İtalya gibi daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalması kaçınılmaz hâle gelecektir.