0(312) 216 11 09

Doç.Dr. Mehmet GÜNAL

Son günlerde dünyanın ve ülkemizin en önemli gündem maddesi olan, piyasaları altüst eden ve giderek kontrol dışına çıkan küresel mali kriz öncelikle ABD’deki “mortgage krizi” ile başladı. Daha sonra ABD mali sistemine ve Avrupa’ya sonra da tüm dünyaya yayılan bir likidite krizine dönüştü. Giderek te bir reel krize doğru dönüşme potansiyeli taşıyor.

Kirizin finansal piyasalara ve reel kesime etkileriyle birlikte, teorik alanda da “kapitalizmin sonu mu?” ya da “küresel finansal sistem çöktü mü?” veyahut da “Marx haklı mıydı?” gibi sorular gündeme taşınmakta ve tartışılmaktadır. Türkiye’de de bu tartışmalar sektör temsilcileri ve akademisyenler tarafından yapılmakta ve krizin etkileri tartışılmaktadır. Ancak, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere kabine üyeleri krizi önemsemez görünmekte ve herhangi bir somut önlem de almamaktadır.

Bu yazıda öncelikle krizin kaynağı olan ABD’deki “mortgage sistemi”ndeki gelişmeler ele alınacak, daha sonra krizin gelişimi ve bundan etkilenen kurumlar incelenecek sonra da Türkiye’ye etkileri ve alınması gereken önlemler tartışılacaktır.

Mortgage Krizinden Likidite Krizine

Bu çerçevede, öncelikle krizin nasıl geliştiğine bir göz atmak gerekmektedir. Bu krizin kükündeki mortgage krizi nasıl ve neden başladı? Bu sorunun cevabı krizin anlaşılmasına önemli katkıda bulunabilecektir.  

Mortgage sistemi, ABD'de uzun yıllardır uygulanan ve 20-30 yıla kadar uzayan vadelerle ev sahibi olma imkânı sunan değişken ya da sabit faizli bir ev kredisi sistemidir. Bu sistemde kullanılan kredi miktarı toplamının yaklaşık 10 trilyon dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Burada önemli olan husus ise, bu miktarın yüzde 35'inin değişken faizli kredilerden oluşmasıdır. Değişken faizli mortgagelerin önemli bir bölümü ABD'de faizlerin yıllık yüzde 1.5 – 2 civarında olduğu ve ev fiyatlarının da hızla arttığı 2000'lı yılların başlarında ve önemli bölümü de ödeme gücü nispeten daha düşük olan kesime verilmişti. Emlak fiyatlarındaki yükselişin, 2004 - 2006 döneminde düşüşe geçmesiyle birlikte, özellikle 2005'den başlayarak, ABD'de "subprime" diye adlandırılan düşük kaliteli mortgage kredileri hızla arttı. Kredibilitesi düşük kişi ve kurumlara verilen bu krediler sistemdeki bankalar tarafından tahvile çevrilerek sermaye piyasalarını derinleştiren enstrümanlar haline geldi. 1980 yılında ABD'deki mortgage kredilerinin sadece yüzde 10'u tahvile dönüşürken, 2006 yılında bu oran yüzde 56'ya çıktı.[1]

Kredi sağlayan kurumlar alacaklarını teminat göstererek, emlak tahvillerini piyasaya sattılar. Bu tahvillerin getirileri, Amerikan hazine bonosunun getirisinin çok üzerinde olduğu için özellikle riskli ve yüksek getiri hedefleyen hedge fonların bu tahvillere yönelmesinde etkili oldu. Kredi veren kuruluşlar, karmaşık yapıdaki bu yatırım araçları yoluyla yeni kazançlar elde etme imkânı yakaladılar. Bu menkul kıymetler, daha yüksek kâr elde etmek isteyen yatırımcılar için de yeni birer alternatif haline geldi. Hedge fonlar gibi yüksek kaldıraçla işlem yapan fonlar, yüksek kâr elde etme isteğiyle bu tür kredi ürünlerine büyük ilgi gösterdiler. Hedge fonlar fon büyüklüğünden daha fazla yatırım yaptıkları ve yüksek riske girdikleri için normal şartlarda getirileri de yüksek oluyordu. Ancak ABD'de işler tersine dönünce bu fonların varlıklarında ciddi eksilmeler oldu ve fon büyüklüklerindeki büyük kayıplar sonrası gelen fon satış taleplerini karşılayamadılar. Krediler geri dönmemeye başlayınca da riski paylaşarak yaygınlaştıran ve risklerini yok edemeyen finans kuruluşları zarar etmeye başladılar.

Sonuç olarak piyasalarda panik başladı ve bankalardan para çekilmeye, sermaye hareketleri yavaşlamaya, likidite bolluğu daralmaya başladı. ABD'de mortgage yani ipotekli ev kredileri tahvilleri ile başlayan kriz, bir anda 2007'nin ortalarında Avrupa'yı da içine alan bir likidite krizine dönüştü. 2008’deki gelişmeler ise krizi dünya eneline yaydı ve birçok ülke krizden etkilenmeye ve önlem almaya başladı.

Krizin Nedenleri: Küresel Sistemin Malileşmesi, Kuralsızlık ve Denetimsizlik

Yukarda krizin temel kaynağının düşük kaliteli (yani yüksek riskli) mortgage kredierine dayalı menkul kıymetlerin ve bunları ihraç eden aracı kurumlar ve yatırım bankaları ile satın alan hedge fonlar olduğuna kısaca değindik. Ancak, burada asıl sorun sadece bu kurumlarda değil, sistemin kendisinde yatmaktadır. 1980’lerde ivme kazanan ve 1990’larda hızlanan küreselleşmeye paralel olarak uluslararası piyasaların malileşmesi krizin temelinde yatan asıl nedendir. Bu süreçte ekonominin yerini finans, devletlerin yerini çokuluslu şirketler ve bankalar almıştır.

Bu sürecin sonucu olarak piyasa oyuncuları sürekli yeni türev araçlar icad ederek, kuralların ve düzenlemelerin etrafından dolaşarak aşırı risk almışlardır. Dünyada likidite bolluğunun yaşandığı 2000’li yıllarda türev araçlara dayalı olarak “paradan para kazanma” süreci yaygınlaşmış, ancak bu süreçte aşırı risk alma eğilimi artmıştır. Dünya ekonomisinin toplam üretimi yaklaşık 60 trilyon dolar iken, türev ürünlerin miktarının 120 trilyon dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu durum üretmeden, menkul kıymetleştirme yoluyla ve türev araçlar aracılığıyla para kazanmanın ve aşırı risk almanın geldiği boyutu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla, sorun kapitalizmin kendisinde değil, kuralların ugulanmamasındadır. Kapitalizmde de kar güdüsü önceliklidir, ancak orada kar üretim üzerinden gerçekleşir. Küresel sistemdeki malileşmeye paralel olarak artan kuralsızlık ve denetim yetersizliği ise, üretmeden aşırı kar elde etmeye imkan sağlamıştır.  Piyasalardaki tersine gidiş sonucunda aşırı kar amacıyla alınan aşırı risklerin gerçekleşmesiyle birlikte de böyle bir kriz kaçınılmaz hale gelmiştir. Kısacası, kuralsızlık, düzenleme ve denetim eksikliği, risk yönetimindeki yetersizliklerle de birleşince böyle bir kriz kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bu konuda iki önemli tespit ve öneriyi dikkatinize sunmak istiyorum. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Ekim başında Almanya, İngiltere ve İtalya liderleriyle Paris'te düzenlediği zirvede, "G-8 grubu Çin, Hindistan, Brezilya gibi yeni güçleri de davet ederek bir uluslararası finansal yapının temellerini atmalı. Spekülatörlerin değil girişimcilerin kapitalizmini yaratmalı." diyerek dünyanın yeni bir uluslararası finansal sisteme ihtiyacı olduğunu belirtmişti.
Öte yandan, yıl başında G-8 dönem başkanlığını üstlenen İtalya Ekonomi Bakanı Giulio Tremonti de o zaman uyarıda bulunarak "Yeni bir Bretton Woods konferansı" önereceklerini bildirerek, gerekçesini şöyle açıklamış: "Bu kriz küreselleşmenin borçla finanse edilmesi çılgınlığının sonucu ortaya çıktı. Çin üretimini, ABD alımlarını hep borçla finanse etti. Kuralsız, çalışmadan üretilebileceği fikrinin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Hükümetlerin sözünün geçeceği kurallar getirmek zorundayız."

Tüm bu açıklamalara bakılınca, zaten krizin nedeninin bilindiği ancak, bazı siyasi ve ekonomik gerekçelerle ya da algılama farklılığı nedeniyle önlem almada gecikildiği anlaşılmaktadır.

Kriz Sonucu Birleşmeler, İflaslar, Kurtarma Planları

Bu gelişmeler sonucunda da kredi sağlayan mali kurumlar ard arda zarar açıklarken bazı kurumlar da tasfiye oldular. Yükselen faizler ve gayrimenkul piyasalarında yaşanan daralmanın bir sonucu olarak yaşanan belirsizlik ve çekince, 2007'nin ortalarında gelen açıklamalarla yerini tedirginlik ve panik havasına bıraktı. İlk olarak Haziran 2007'de ABD'nin beşinci büyük aracı kurumu, dünyanın en büyük hedge fon yöneticisi ve ABD'nin ikinci büyük mortgage tahvilleri ihracatçısı konumunda olan uluslararası yatırım bankası Bear Stearns battı.

Krizden en büyük yarayı alan Merrill Lynch'in % 10 hissesini Singapurlu devlet fonu Tamasek 5 milyar dolara satın aldı.  Citibank'a ise Abudabi Yatırım Bankası ortak oldu. Birleşik Arap Emirlikleri'ne bağlı Dubai Investment Authority, 7.5 milyar dolar karşılığında mortgage krizi nedeniyle zor günler geçiren ABD'li finans devi Citigroup'un yüzde 4.9'unu alarak bankanın en büyük hissedarı haline geldi.

Daha sonra ABD’de soru işaretleri taşıyan ve tartışılan önemli gelişmeler yaşandı. Merrill Lynch 2008 üçüncü çeyreği itibarıyla 5.7 milyar dolar zarar açıkladı ve 8.5 milyar dolarlık yeni hisse senedi ihracının 3.5 milyar dolarlık kısmını Tamasek satın aldı. Merrill Lynch’in kriz başından Eylül sonuna kadar yaklaşık 40 milyar dolar zarar ettiği, yılbaşından bu yana ise piyasa değerinin % 55’ini kaybettiği belirtilmektedir.

Şimdi gelelim asıl soruya: bu durumdaki Merrill Lynch’e Bank of America niçin 44 milyar ödedi? Ne oldu da Lehman Borthers hisselerini 1 dolar fiyatla almak üzere görüşmeler yapan Bank of America bu alımdan vazgeçti de 29 dolar fiyatla Merrill Lynch’i toplam 44 milyar dolara almaya karar verdi? FED neden Lehman Brothers’ın batmasına izin verdi? Asıl ilginç olanı ise işlemin yapılmasından bir iş günü sonra Merrill Lynch’in hisselerinin 14 dolardan işlem görmesi, yani şirketin fiyatının yarı yarıya –22 milyar dolara--  düşmesi oldu. Bu konuda bir çok spekülasyon var, ancak gerçekler belki daha sonra ortaya çıkabilir. Zaten Amerikan Federal Soruşturma Bürosu FBI bazı şirketler ve yöneticileri hakkında soruşturma açmış bulunuyor. Belki bu soruşturmalardan sonra daha fazla bilgi edinilebilir. Ama şimdilik bu gelişmelerin ilgi çekici olduğunu belirtmekle yetinelim.

Bütün bu gelişmeler üzerine, 168 milyar dolarlık mini paketin etkili olmaması ve piyasaya verilen milyarlarca dolarlık likiditenin de işe yaramaması üzerine ABD Hazine Bakanı Paulson 700 milyar dolarlık bir kurtarma paketi hazırladı. Ancak, ilk denemede Temsilciler Meclisi bu paketi kabul etmedi. Burada ilginç olan husus ise paketi reddedenlerin çoğunun Cumhuriyetçi Parti temsilcileri olmasıydı. Paket daha sonra 150 milyar dolar daha ilave edilerek 850 milyar dolar olarak Senato’da ve Temsilciler Meclisi’nde kabul edildi. Bu çerçevede yapılan en önemli tartışma bu paketin halk için değil, yatırım bankaları ve finans şirketlerini kurtarmak için olduğu yolundaki (“Wall Street, Main Street’e karşı”) tartışmalar oldu. Zaten paketin ilk haliyle kabul edilmemesinin en önemli nedeni de bu tartışmalar ve kamuoyu baskısıydı. Kurtarma paketi kabul edildi, ancak kriz durulmadı ve borsalar değer kaybetmeye devam etti ve ediyor.

Krizin Türkiyeye Etkileri ve Tepkiler

Başbakan Türkiye’nin dünya ekonomisinde yaşanan dalgalanmayı asgari etkiyle aşacağını ve Türkiye’nin bu süreci fırsata dönüştürebileceğini söyledi. Ama “nasıl?” kısmıyla ilgili ne bir açıklama yaptı, ne de somut bir öneride bulundu.

Başbakan Erdoğan’ın söylediklerini değerlendirmek yerine, özel sektörün temsilcilerinin tepkilerini kısaca ele almanın daha anlamlı olacağı kanaatindeyim. Çünkü Türkiye ekonomisinde uzun süredir zaten sıkıntılar yaşanırken; cari işlemleri açığı ve borç stoku rekor düzeylere ulaşmışken; protesto edilen senetler, ödenmeyen kredi ve kredi karttı borçları, karşılıksız çekler 2002 yılının 5-10 misline ulaşmışken; kapanan esnaf-sanatkar ve şirketler rekor düzeye çıkmışken her şeyi toz pembe göstermeye çalışan Başbakan’ın değil, krizin etkilerini yaşayan ve hisseden özel kesim temsicilerinin açıklamaları gerçek durumu daha iyi yansıtacaktır. [2]

Başbakan Erdoğan'ın yanı sıra, hükümetten birçok bakanın "ABD'den dünyaya yayılan krizin Türkiye'yi etkilemeyeceği, hatta bu krizin Türkiye için bir fırsat olarak değerlendirilebileceği" fikrine özel sektörün dev kuruluşları katılmamaktadır. Hükümetin bakanlarının aksine, bazı bürokratlar ve özel sektörün yöneticileri Türkiye'nin ABD kaynaklı krizden etkileneceğini söylüyor.

Özel kesimin önemli temsilcieri olan TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, TESK Başkanı Bendevi Palandöken, İSO Başkanı Tanıl Küçük, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı başta olmak üzere birçok kişi krizden etkileneceğimizi, hatta etkilenmeye başladığımızı söylemektedir.[3]

Özel kesim temsilcilerinin yanı sıra, başta Merkez Bankası başkanı olmak üzere bazı bankaların yöneticileri de Başbakan Erdoğan’ın söylediklerinin tersini söylemektedir.  Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, ülkelerin birbirlerine yönelik dış ticaret, kredi ve sermaye hareketleri açısından belli ölçülerde süreçten mutlaka etkileneceğini belirterek, "Hiçbir ülke dışarıda kalamaz, (etkilenmeyeceğim) diyemez" diyor.

Dünyada yaşanan ekonomik buhranın Türkiye’nin dışarıdan borçlanma maliyetlerini artıracağını, bollaşan uluslararası likiditenin bir süre sonra enflasyonist baskı yaratacağını belirten bankaların genel müdürleri ise, iç piyasada bireysel ve ticari kredi faizlerinin artış trendinde olacağını söylediler.

Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar ve Halkbank Genel Müdürü Hüseyin Aydın krizden en fazla KOBİ ve esnaf kesiminin etkileneceğini söyledi. Krizi ‘gelişmiş pazar krizi’ olarak tanımlayan Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş ise dünya ekonomisi küçülürken Türk ekonomisinin de küçüleceğini ve içeride kaynak maliyetlerinin artacağını belirtti. İş Bankası genel Müdürü Ersin Özince de “bankacılık hayatım boyunca böyle büyük bir kriz görmedim” dedi.

Kısacası herkes Türkiye’nin krizden etkileneceğini, hatta etkilenmeye başladığını ve yetkililerin önlem alması gerektiğini söylüyor. Ve bu uyarılar mortgage krizi başladığından beri yapılmasına rağmen, hala somut bir önlem alınmış bulunmamaktadır.[4]

Sonuç ve Yapılması Gerekenler

Sonuç olarak ABD’deki mortgage kriziyle başlayan küresel kriz, bir likidite krizine dönüşmüş ve tüm dünyayı etkilemeye başlamıştır. Alınan önlemler yetersiz kalmış ve kriz giderek yayılmış ve derinleşmiştir. Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı kesin görünmektedir. Çünkü Enron krizinden sonra FBI’nın krizde sorumluluğu olan bazı şirketler hakkında soruşturma açtığına ilişkin haberler ABD’nin kendi içinde de sistemin işleyişini sorguladığını göstermektedir. Kriz kapitalizmin sonu olmasa da ABD’nin ekonomik hegemonyasını etkileyebilir. Bu da ABD’nin siyasi hegemonyasını ve “Yeni Amerikan Yüzyılı” projesini sekteye uğratabilir.

Dünyadaki krizle mücadele için yapılması gereken şey finansal piyasalardaki başıboşluğu, yani denetimsizliği ortadan kaldıracak ve etkin bir denetim sistemi getirecek yeni bir anlayışın ve uluslararası işbirliğinin tesis edilmesidir. Kural dışı olarak geliştirilen finansal araçların ve mekanizmaların zamanında kurallara bağlanması ve gerekli düzenlemerin yapılarak riskin minimize edilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, IMF, Dünya Bankası, BIS, DTÖ gibi kurumların rolü ve işlevleri gözden geçirimeli ve uluslararası finansal sistem daha etkin bir şekilde çalıştırılmalıdır.

Böylece piyasalardaki kuralsızlık ve bundan kaynaklanan aşırı risk alma önlenebilecektir. Kısa vadede ise piyasaları tedirgin edecek değil, piyasalara güveni tesis edecek önlemler alınmalı ve reel sektörün göreceği zararlar minimum düzeye indirilmelidir.

Türkiye’de ise öncelikle Başbakanın gerçekleri görmesi ve kabul etmesi gerekiyor. Çünkü, Başbakan Erdoğan hiçbir tehlike yokmuş gibi davranıp, pembe tablolar çizmeye çalışsa da ortada ciddi sorunlar var. Hem dünya hem de Türkiye krizi yaşıyor. Türkiye’de reel sektörün yaşadığı kriz küresel krizin dışında ekonomideki yapısal sorunlardan aynaklanmaktadır. Sadece Türkiye’deki etkileri biraz daha yavaş hissediliyor. Özel sektörün borçlarının 180 milyar dolara, toplam borcumuzun ise 295 milyar dolara ulaştığı dikkate alınırsa krizin etkisinin hangi boyutlara ulaşabileceği ve özel sektörü angi ölçüde etkileyeceği daha iyi anlaşılabilecektir. Örneğin, TOFAŞ talep daralması nedeniyle bayram öncesinde 3 iş günü ve sonrasında 3 iş günü üretimine ara verdi.

Ancak, AKP iktidarı uyarılarımızı dikkate alarak önlem almak yerine kafasını kuma gömmeye devam ederse, krizin reel sektöre ve dolayısıyla da bankacılık sektörüne çok daha ciddi darbeler vurması çok muhtemel görünüyor. AKP Hükümetinin reel sektör temsilcilerinin ve bankacıların sesine kulak vermesi ve somut önlemler alması gerekmektedir. Başbakan Erdoğan önemini vurguladığı “güven ve istikrarı” tehlikeye atan gereksiz çatışma ve gerilim politikalarından vazgeçerek gerçekleri görmeli ve ülkenin gerçek gündemine dönerek gerekli önlemleri bir an önce almalıdır. Türkiye ithalata ve borca dayalı tüketim ekonomisinden bir an önce kurtarılmalı; üretim, yatırım ve ihracata dayalı ekonomi politikaları uygulamaya koymalıdır.

ABD ve Avrupa’da olduğu gibi, önlemler gecikirse etki etmeyebilir. Bizim ekonomimiz aşırı ithalat ve cari açık nedeniyle dışa bağımlı olduğu ve dolayısıyla da kırılgan olduğu için daha büyük risklerle karşılaşabiliriz.

 

 

[1] Fevzi Öztürk, “Mortgage Krizi: Nedenleri, Etkileri ve Sonuçları,” Dünya Bülteni, 28 Şubat 2008.

[2] Türkiye ekonomisinin durumu ve AKP’nin tutumu hakkında daha geniş bilgi için bkz. Mehmet Günal, Ekonominin Durumu: Vatandaş Geçim, AKP Kapanma(ma) Derdinde,” 2023 Dergisi, Haziran 2008.

[3] Özel sektör temsilcilerinin açıklamaları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Günal, “Herkes Başbakanın Tersini Söylüyor: Kriz Var!” http://www.etikhaber.com/content/view/63477/27/

[4] Krizin başlangıcı ve Türkiye’ye etkileri konusunda daha önceki değerlendirmeler için bkz. Mehmet Günal, “Küresel Kriz ve Türkiye’ye Etkileri,” Ortadoğu Gazetesi, 25.2.2008. 

Gece
Gündüz