0(312) 216 11 09

Doç.Dr. Mehmet GÜNAL

Giriş

Türkiye ekonomisinde son birkaç aydır yaşanan gelişmeler kafalarda soru işaretlerini giderek artırmaktadır. Son yıllarda yüksek büyüme rakamları açıklanmasına, hükümet ve bazı çevreler pembe tablolar çizmesine rağmen, bu iyimser hava maalesef istihdama ve alt gelir gruplarının refah düzeylerine yansımamıştır. Dolayısıyla, işsizlik oranları düşürülemediği gibi, artış eğilimine girmiş; memur, esnaf ve çiftçinin durumu ise giderek kötüleşmiştir. AKP hükümetinin hormonlu büyümeye ve düşük kur-yüksek faiz politikasından kaynaklanan sıcak paraya dayalı ekonomi anlayışı iflas etmiştir. Rekor düzeylere ulaşan cari açığın ve belirsizliğin yol açtığı kırılganlık devam etmektedir.

Kısacası, son bir kaç aydır yaşanan gelişmeler; AKP hükümetinin ve bazı iç ve dış çevrelerin çizdiği pembe tablolara rağmen gerçek durumun öyle olmadığını ve kırılgan olan ekonominin en ufak bir olumsuz gelişmede ciddi çalkantılar yaşayabileceği yolundaki uyarılarımızın ne kadar haklı olduğunu açıkça göstermiştir. Bu yazımızda, öncelikle ekonomide son dönemde neler olduğunu ve neden olduğunu ele alıp, sonra da bundan sonra nelerin olabileceğini, yani ekonominin nereye gidebileceğini tartışacağız.

Bildiğiniz gibi, Mayıs ayının ortasından itibaren başlayan süreçte 1.3200 seviyesinde olan ABD doları kuru 1.7000’leri aştı, Euro ise 1.6700’lerden 2.0000 sınırına yaklaştı. Borsa ise  % 20 civarında değer kaybetti. Gelişmekte olan hisse senedi borsalarında mayıs ayında yaşanan düşüşün başını yüzde 20.4’lük değer kaybıyla İMKB çekti. Gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinde son bir ayda yaşanan düşüşte ise, YTL yüzde 16.7’lik kayıpla başı çekti. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu uzun süredir düşürdüğü gecelik faizleri birkaç kez, hem de yüksek oranlarda yükseltmek zorunda kaldı. Merkez Bankasının kura müdahalesi ve faiz artırımları sonucunda piyasalar biraz rahatladı, kur 1.5000’ler seviyesine düştü, ancak faiz oranları yükselmiş oldu.

Bu gelişmeler sonucunda, kurdaki artışın da etkisiyle enflasyon yeniden iki haneli rakamlara ulaştı ve beklentiler olumsuza doğru döndü. Yaşanan dalgalanmanın ardından ciddi oranda yabancı çıkışı oldu. Bir başka deyişle, düşük kur-yüksek faizin cazibesi nedeniyle gelen sıcak para Türkiye'yi terk etmeye başladı. Bu aşamada Merkez Bankası'nın döviz alımlarını durdurması ve faizleri kısa sürede 3 puandan fazla yükseltmesi de yeterli olmadı. Yabancıların çıkışlarına ilişkin olarak yapılan yorumlar ve merkez bankasının döviz kuruna müdahalesinin gerekli olup olmadığı yolundaki sorulara Maliye Bakanı Kemal Unakıtan haklı olarak, “girmek kolay ama çıkmak o kadar kolay değildir” diye cevap veriyordu. Ve aynı Unakıtan faiz gelirlerine stopaj getiren uygulamayı da ısrarla savunuyordu ve bu konuda haklıydı da. Ancak birden ne olduysa oldu; bir hafta sonra tamamıyla ters bir uygulamayla, yabancılara stopaj uygulaması kaldırıldı. Yani % 15'lik vergiden vazgeçildi, daha açıkçası yabancıya % 15'lik kıyak çekildi. Burada bizim garibimize giden şey ise niçin böyle bir karar alındığıdır. Tabii ki resmi açıklamalar; piyasadan yabancı çıkışını durdurmak ve yeniden girişini sağlamak şeklinde özetlenebilir. Ben bu açıklamayı yeterli bulmuyorum, başka bilgim de yok, ama sizlerle bir tespitimi paylaşıp yorumunu sizlere bırakmak istiyorum.

Yukarda da bahsettiğim gibi Haziranın ikinci haftasında Unakıtan “piyasalara girmek kolay, çıkmak o kadar kolay değildir” gibi bir laf etmişken, stopajı da bu kadar savunuyorken, alınan kararın arefesindeki bir-iki ziyareti sizin dikkatlerinize sunuyorum.

20 Haziran 2006: ünlü spekülatör George Soros İstanbul'da, akşam yemeğinde de Devlet Bakanı Ali Babacan dahil birçok kişiyle yemek yiyorlar.

22 Haziran 2006:  TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı ve İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç Ankara'da makamında Başbakan Erdoğan'ı ziyaret ediyorlar.

23 Haziran 2006, sabah saatleri: maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, kameralar karşısında yabancılara uygulanan stopajın kaldırıldığını açıklıyorlar.

Ben burada bir şey söylemiyorum, ama arka arkaya tarihleri ve ziyaretleri koyunca da Hükümetin bu kararı kendi başına almadığını da görebiliyorum.    

Ekonomideki Gelişmelerin Nedeni

Türkiye’de olanların nedenine bakmadan önce, dünya neler olup bittiğine bakmamız gerekmektedir. Son dönemlerde ABD Merkez Bankasının faiz oranlarını yükseltmesi üzerine uluslararası sermayenin “yükselen pazarlardan” çıkmaya başladığını öncelikle belirtmeliyiz. Yani birçok gelişmekte olan ülke bu gelişmelerden etkilendi ve paraları dolar karşısında değer kaybetti. Ama parası en çok kaybeden ülke Türkiye. Diğer ülkelerden en çok kaybedenler ise, yine Türkiye gibi cari açığı yüksek olan Macaristan.

Evet, uluslararası gelişmeler önemli bir etken, ama biz kendi durumumuzu da göz ardı etmemeliyiz. Öncelikle bizim kurumuzun uzun süredir aşırı değerli olduğunu, dış ticaret ve dolayısıyla cari açıktaki rekor düzeylerdeki artışın ekonomiyi ne kadar kırılgan hale getirdiğini dikkate almadan, yaşananları sadece uluslararası gelişmelere bağlamak gerçekçi değildir.  Ayrıca, yıl başından itibaren enflasyon ve işsizlik oranlarındaki artış da beklentileri olumsuza doğru çevirmiş ve kırılganlığı artırmıştır.

Bu iç ve dış ekonomik faktörlerin yanı sıra, belki de en önemlisi, içerde yaşanan siyasi çekişme ve gerilimi artırıcı tartışmaların ekonomideki belirsizliği artıran çok önemli bir faktör olduğunu da dikkate almalıyız. Önce, Cumhurbaşkanının (IMF’nin ısrarla çıkarılmasını istediği) Sosyal Güvenlik Reformu Yasasını iptal etmesiyle başlayan tartışmalar, TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın 23 Nisan’da başlattığı laiklik ve rejim tartışmalarına Danıştay’a yapılan saldırı sonucu yaşanan karşılıklı suçlamalara dayalı gerilim ortamı eklenince kurdaki artış ve borsadaki düşüş diğer ülkelerdekilere oranla çok yüksek oldu.

Aslında bu gelişmeler sürpriz de sayılmaz. Çünkü bir çok iktisatçı gibi biz de gerekli uyarıları yapmış ve bu ekonomik yapının sürdürülemez olduğunu defalarca söylemiştik. Örneğin; “etikhaber” sitesinde yayınlanan 10 kasım 2005 tarihli “Cari Açık, Kriz ve Erken Seçim” başlıklı yazımızda ekonomideki kırılganlığa ve ta o zaman başlayan kriz söylentilerine işaret ederek şöyle demiştik:

“’Örtülü sabit kur sistemi’ ve buna bağlı olarak rekor düzeylere ulaşan dış ticaret ve cari işlemler açıkları ekonomide kırılganlığı arttırmaktadır. Yani en küçük bir iç veya dış şok durumunda kayıtlı ve “kayıtdışı” sıcak paranın kaçışı çok hızlı olacaktır. Nereden geldiği belli olmayan paranın nereye ve ne kadar hızlı gittiği de anlaşılamayacaktır.

İşsizlik ve yoksulluğun azaltılamadığı, ekonominin giderek kötüleştiği, yolsuzluk ve yozlaşmanın giderek arttığı bir ortamda, AKP hükümetinin çizdiği pembe tablolar artık inanırlığını iyice yitirmeye başlamıştır. AKP Hükümeti erken seçime gitmek zorunda kalacaktır. Çünkü, kriz söylentileri durup dururken çıkmaz ve “şuyuu vukuundan beter” bir şeydir. Sonuç: Zararın neresinden dönülürse kardır!”

Gördüğünüz gibi, tam da bugünkü durumu işaret etmişiz. Hem dış hem de iç olumsuz gelişmeler bir araya gelince bir anda belirsizlik arttı ve kriz söylentileri sık konuşulur oldu. Çalkantıların olduğu süre içinde yaklaşık 20 milyar doların yurt dışına çıktığı söylenmektedir. Merkez Bankası başkanı ise, Temmuz ayının sonuna doğru yaptığı açıklamada 7-8 milyar doların yurt dışına çıktığını söylemektedir. Arada önemli bir fark var. Belki de geçen süre içinde yeniden girişler olduğu için Merkez Bankası başkanı son durumu ifade etmiştir. Miktar ne olursa olsun, dalgalanmaların olduğu ve ani bir paniğin yaşandığı böyle bir ortamda gerilimi azaltması gereken sorumlular ise adeta sorumsuzca gerilimi tırmandırmışlardır. Dolayısıyla belirsizlik artmış ve çıkışlar hızlanmıştır.

Bundan Sonra Ne olur? Ekonomi Nereye Gider?

Peki bundan sonra neler olacak? Türkiye ekonomisi nereye doğru gidiyor? Aslında ekonomide yaşananların nedeni sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi. Merkez Bankası Başkanı’nın atan(ama)ması ile başlayan AKP’nin tutumu konusundaki belirsizlikler, ABD Merkez Bankasının faiz artırımlarıyla beraber gelişen piyasalarda yaşanan temkinli çıkışlara paralel olarak, AKP Hükümetinin siyasi gerilimi artırıcı yaklaşımı ekonomide yaşananlar üzerinde etkili oldu. Dolayısıyla, bundan sonra olacaklar da sadece ekonomik değil siyasi gelişmelere de bağlı olacaktır.

Neler olabileceğini tartışmadan önce, yukarda bahsettiğim benim uyarılarımın dışında, “bir kısım” medya ve ekonomistin çok önem verdiği IMF’nin Türkiye masası yetkililerinin, 2005 Aralık ayında yazdığı ülke raporunda yaptığı uyarıları dikkatinize sunmak istiyorum. Raporda özetle; “uluslararası piyasalarda ani bir likidite çıkışı ve petrol fiyatlarının yükselmesi halinde Türkiye’nin borç dinamiklerinin bozulacağı,” yani borç ödemede sıkıntıya düşebileceği belirtilmiştir. Bu şartlarda, uluslararası piyasalardaki söz konusu gelişmelerin YTL’de sert bir düşüşe yol açabileceği, bunun da kamu ve özel sektör bilançolarında ciddi hasara yol açacağı kaydedilmiştir. IMF ayrıca, dış borçtaki büyümenin ekonomideki kırılganlığı arttırdığına, kurda yüzde 30’luk artışın dış borç stokunun milli gelire oranını 24 puan artırarak yüzde 76’ya yükselteceğine işaret etmiş; petrol fiyatlarında 1 dolarlık artışın ise cari açığın milli gelire oranında yüzde 0,1’lik bozulmaya yol açacağını ileri sürmüştür.

Raporun söylediklerine baktığımızda, bakış açısı farklı da olsa benzer uyarıları yaptığı, yani ekonomideki kırılganlığa dikkat çektiği görülmektedir. Ama IMF’nin kaygı duyduğu şey ekonomideki diğer sorunlar değil esas itibarıyla borç ödeyebilme durumu. Yaptığı hesap da borç ödeyebilme kapasitemizle ilgili. Yani, “kasap et, koyun can derdinde” misali! Aslında, IMF ve destekçileri bu sürecin oluşmasında önemli katkıda(!) bulundular. Çünkü, çizilen pembe tabloları desteklediler ve reel ekonomide yaşanan sorunları dikkate almadılar. Gevşek para politikasına ve bireylerin kazancından daha fazlasını harcamasına ses çıkarmadılar ve bizler gibi duyarlı iktisatçıların istihdam yaratmayan sanal büyüme ve cari açığın neden olduğu kırılganlık konularındaki uyarılarına kulak asmadılar. Dolayısıyla bu kaçınılmaz dalgalanma yaşandı.

Aslında, Merkez Bankasının başlangıçta kurlara müdahale etmemesi doğru bir yaklaşımdır. Çünkü, hem kurun belli ölçüde değer kaybetmesinin hem ithalattaki artışı azaltması, hem de ihracatın artmasına vesile olması beklenir. Ayrıca, değer kaybetmiş kur sıcak paranın çıkışını da pahalı hale getirmekte ve bir ölçüde çıkışı caydırıcı etkisi olmaktadır. Ancak, bu artışın aniden olması ve diğer olaylarla birleşmesi tedirginliği ve belirsizliği artırmıştır. Eğer kademeli ve geniş zamana yayılmış bir artış gerçekleştirilmiş olsaydı, daha sağlıklı bir gelişme olabilirdi. Ancak, ani ve siyasi gelişmelerle de aynı anda olan bu artış piyasaları tedirgin etmiştir.

Bu gelişmeler üzerine, Merkez Bankası başlangıçta kura müdahale etmese de, bir süre sonra, hem kura müdahale etmiş, hem de faizleri aniden önemli oranlarda yükseltmiş ve sıkı para politikası uygulamaya başlamıştır. Düşük kur politikasının enflasyonun düşmesine önemli etkisi olduğunu bilen Merkez Bankası tekrar kurun düşüşüne seyirci kalırken(!) faizleri de yükselterek, yeniden sıcak paracıların istediği şartları oluşturmuştur.

Ancak, hükümet ve Merkez Bankası şu anda bir ikilem ile karşı karşıya: kurların düşük (yani değerli) olması dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari açığın artmasına yol açmaktadır. Kurların yükselmesi ise yeniden maliyet baskısı yaratacak ve enflasyon artmaya devam edecektir. Para politikasını seçim arefesinde gevşetmek yine dengeleri bozacak ve dalgalanmalara yol açabilecektir. Zaten Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da geçen hafta yaptığı açıklamada bu duruma işaret etmektedir. Merkez Bankasının beklenti anketine göre enflasyonun % 10’u aşacağı, büyümenin de yüzde 4.4 olacağı (hedef yüzde 5 idi) bekleniyor. Buna işaret eden Yılmaz bundan sonraki para politikası konusunda şöyle diyor: ''Biz bugün itibariyle ‘enflasyon hedeflemesine odaklanmış ve ilan ettiği hedefi gerçekleştirmeye yönelmiş bir Merkez Bankası olarak, alınması gereken tedbirlerin hepsini alacağız, eğer bunun sonucunda ekonomik büyümede herhangi bir bir daralma olacaksa bu da olacaktır’' diyoruz.'

Durmuş Yılmaz’ın bu açıklamasının anlamı şu: Biz büyümeye, kura, cari açığa bakmayız. Bizi ilgilendiren sadece enflasyonun düşmesidir. Bunun için de kurun düşük olması gerekir. Yani biz eski düzene geri dönüyoruz. Kur düşerse düşsün, büyüme daralırsa daralsın (zaten önceki de sanal büyümeydi!), bizi ilgilendirmez. Yeter ki düzen bozulmasın, biz enflasyonu düşürmüş ve başarılı gibi görünen bir Merkez Bankası olalım.

Sonuç

Sonuç olarak; çizilen pembe tablolara rağmen, ekonominin pek de iyiye gitmediği ve kırılganlığın artarak devam ettiği, en küçük bir iç ve/veya dış şok durumunda daha ciddi dalgalanmaların olabileceği görülmüştür. Bu sıcak paraya ve hormonlu büyümeye dayalı ekonomi anlayışı sadece belli çevrelerin işine yaramakta, dar gelirli memur, işçi ve esnafın sorunları devam etmektedir. Merkez Bankasının son kararlarını ve AKP Hükümetinin yukarda değindiğim yabancılara stopajı kaldırma kararlarını incelediğimiz zaman tablo çok net şekilde ortaya çıkmaktadır: Düşük kur-yüksek faiz ve sıcak para girişine devam! Yani değişen fazla bir şey yok, kur biraz yükseldi ve yabancıya stopaj da kalkmış (yani yüzde 15 kıyak yapılmış!) oldu.

Ama, başta AKP Hükümeti ve Merkez Bankası yetkilileri olmak üzere, herkesi uyarıyorum: Bu durum bana Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerini hatırlatıyor. O zaman da IMF’nin baskısı ve ek kaynaklarıyla dalgalanma Kasım ayında bastırılmış ve kriz biraz ertelenmiş, ama Şubat ayında yeniden patlak vermişti. İç ve dış siyasi gelişmeler yine bir araya gelirse, yapısal sorunlarımız çözülmediği ve kırılganlık devam ettiği için her an yeni bir dalgalanma, hatta ciddi bir krizle karşı karşıya kalabiliriz! Tabii hemen ne zaman diye soracaksınız! Bilmiyorum; üç zaman mı desem, yoksa beş zaman mı? Ama böyle sorumsuz ve dış odaklara dayalı siyaset yapan bir hükümet ve ne diyeceği belli olmayan bir Başbakan varken, her an her şey olabilir. Hele şu yüklü pozisyonu olanlar biraz boşaltsın ve rahatlasın, ondan sonra yine bir bahane bulunur nasıl olsa! Başbakan Erdoğan onlara her gün bir bahane sunuyor ya, birini değerlendirirler elbette!

Bakalım hem siyasetin hem de ekonominin ısınacağı sonbaharda neler olacak? Bu sonbahar AKP Hükümetinin de “son baharı(!)” olacak mı? Hep birlikte göreceğiz, ama bir daha hatırlatalım: bu yapısal sorunlarla, bu kırılganlıkla ve bu teslimiyetçi anlayışla gidebileceğimiz mesafe çok uzak görünmüyor. Allah sonumuzu hayır eylesin!

Gece
Gündüz