0(312) 216 11 09

Doç.Dr. Mehmet GÜNAL

Gazi Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, Öğr.Üyesi

Ekonomideki gelişmelere ilişkin farklı yorumlar ve görüşler ortaya atılıyor. İktidar ve bir kısım köşe yazarı ve ekonomist pembe tablolar çizerken, bazı kesimler de acı gerçeklerden bahsediyor ve rakamlardaki iyileşmelere rağmen halkın özellikle de orta ve dar gelirli kesimin bu iyileşmeyi hiç hissetmediğini ifade ediyor. Biz bu yazıda kendi yorumumuza geçmeden önce, 2005 yılında ekonomideki gelişmelerin değerlendirmesini yapacağız, sonra da kendi görüşümüzü sunacağız.

BÜYÜME VE İŞSİZLİK

2004 yılında % 9.9 büyüdüğü açıklanan GSMH’nın, 2005 yılının ilk dokuz aylık döneminde % 5.5 oranında büyüdüğü belirtildi. Büyüme rakamları yüksek açıklanmasına rağmen, bu durum istihdama yansımamakta ve gelir dağılımında bir iyileşme sağlamamaktadır. 2004 yılındaki büyümenin, baz yılı kaydırmanın etkisi, stok değişiminin etkisi, ithalatın payı gibi hususlar dikkate alındığında bunun gerçek bir büyüme olmadığı, yani sanal bir büyüme olduğu, dolayısıyla istihdamda aynı ölçüde artışa yol açmadığı daha önce tartışılmıştı.[i] 2005 yılının üçüncü çeyreğinde, yaklaşık % 5.4 oranında büyüme beklenirken sürpriz bir şekilde % 7.3’lük bir büyüme açıklanması da bazı akademisyenlerce şüpheyle karşılandı. Bu durumu inceleyebilmek için öncelikle GSMH’nın alt kalemlerindeki büyüme oranlarını ele almak gerekmektedir.

Büyümenin harcamalar itibarıyla alt kelemlerine baktığımızda; en önemli gelişmenin özel nihai tüketim harcamalarında olduğunu görüyoruz. 2005 yılının birinci ve ikinci çeyreğinde büyümeye 2.8 puan katkıda bulunan özel nihai tüketim harcamalarının üçüncü çeyrekte 7.3 puan gibi önemli bir katkı sağladığı görülmektedir. Bunda da en büyük payı dayanıklı tüketim malları ile gıda ve içki almaktadır. Dokuz aylık dönemde toplam katkılara bakıldığında da aynı eğilim görülmektedir.

Bina ve konut inşaatı kamuoyunda tartışıldığı kadar büyük bir önem taşımamaktadır. Özel tüketimden sonra büyümeyi en çok etkileyen kalem ise ithalattır. Mal ve hizmet ithalatının dokuz aylık dönemde büyümeye katkısı 4.8 puan olmuştur ki, bu, toplamda 4.5 puan katkıda bulunan özel nihai tüketim harcamalarının katkısından da büyüktür.

Büyümenin kaynaklarına bakıldığında istihdamın yeterince artmamasının ve yüksek büyüme oranları açıklanmasına rağmen işsizliğin azaltılamamasının nedenleri açıkça görülmektedir.

Üretim yöntemiyle GSMH’nın alt kalemlerine bakılınca da, % 19.7’lik bir büyüme görülmekle birlikte, bu durum 2. çeyrekte % 3.4 olan büyüme hızının 3. çeyrekte % 7.3’e yükselmesini açıklamamaktadır. Çünkü inşaat sanayi 2. çeyrekte %22.2 oranında büyürken, bu oran 3. çeyrekte % 19.7’ye düşmüştür. 3. çeyrekte bu beklenmedik(!) büyümenin asıl önemli faktörünün harcamalarda olduğu gibi ithalat olduğu görülmektedir. 1. çeyrekte % 8.4, 2. çeyrekte ise % 7.8 büyüyen ithalat vergileri 3. çeyrekte % 14.1 oranında büyümüştür.

Diğer önemli ve şaşırtıcı bir büyüme oranı ise tarımda görülmektedir. İlk iki çyrekte hiç büyümeyen (0.0 ve 0.1) tarım sektörü, 3. çeyrekte % 6.4 oranında büyümüştür.

Sonuç olarak, ithalata ve tüketime dayalı bir büyüme söz konusudur. Bu sağlıklı ve sürdürülebilir bir durum değildir. Ürettiğimiz miktar harcadığımızı karşılamadığı gibi, harcadıklarımız da hızla artmaktadır. Başka bir deyişle, bir mirasyedi gibi harcamakta, sonra da bu harcamaları borçlanma yoluyla finanse etmekteyiz. Bu durumda işsizlik de azaltılamamaktadır. Yüksek büyüme oranları açıklanmasına rağmen, işsizlik oranı hala % 10’lar düzeyinde devam etmektedir.

2002 yılında %10.3 olan işsizlik oranı 2003’te % 10.5, 2004’te ise % 10.3 olarak gerçekleşmiş olup, Eylül 2005 itibarıyla % 9.7’dir. Özellikle 15-24 yaş arası genç nüfusta işsizlik oranı hala % 20’ler civarındadır. Eğitimli nüfusun işsizlik oranı ise % 28’ler civarındadır. Yani genç ve eğitimli nüfusta işsizlik oranı çok yüksektir.

ENFLASYON

2006 yılı başından itibaren  Merkez Bankası açık enflasyon hedeflemesine geçmiştir. Bu durumda iç talep üzerinde baskı aratacaktır. Ancak, dış satıma yönelmesi gereken sanayicilerin karşısında değerli kur engeli bulunmaktadır. Yani Merkez bankası kurun değerli olmasına göz yumduğu sürece ihracatçıların işi zor görünmektedir.

TÜFE ve ÜFE enflasyon rakamlarına baktığımızda 2004’e oranla düşüş görülmektedir. 2004 yılında % 9.32 olan tüketici enflasyonu 2005’te % 7.72’ye düşmüştür. Üretici fiyatları ise, 2004’te % 13.84 artmışken, 2005’te bu oran 2.66’ya düşmüştür. Tüketici enflasyonundaki düşüşün az olmasına rağmen, üretici enflasyonundaki bu aşırı düşüşü izah etmek zor görünmektedir. Üretici ve tüketici fiyatları arasında geçişin belli bir süre aldığı doğrudur. Ancak, bir yıllık süre içerisinde böyle bir farkın oluşması izah edilebilir görünmemektedir. Bu durum yeni adıyla Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) enflasyon hesaplamalarında şeffaf olmadığı yolundaki tartışmaları artırmaktadır. TÜİK istatistiklerin güvenilirliğini sağlamak için enflasyon hesaplamasında kullandığı mal gruplarını ve ağırlıklarını açıkça anlaşılır bir şekilde kamuoyuyla paylaşmalıdır.

Çünkü, enflasyon rakamsal olarak düşmekle birlikte, bu halk tarafından hissedilmemekte ve halkın sıkıntısı devam etmektedir.

DIŞ TİCARET VE CARİ İŞLEMLER AÇIKLARI

Uygulanan aşırı değerli kur politikasının bir sonucu olarak, ithalat --özellikle de tüketim malları ithalatı-- hızla artmakta ve dış ticaret açığı rekor düzeylere ulaşmaktadır. 2004 yılında 34.4 milyar dolar olan dış ticaret açığı, 2005 yılının ocak-kasım döneminde 38.5 milyar dolara ulaşmıştır. Geçen yılın ocak-kasım döneminde 30.4 milyar dolar olan açığın 2005 yılı sonu itibarıyla 42.6 milyar dolara ulaşması beklenmektedir.

Ocak-Kasım 2005 döneminde ihracat 66 milyar dolar, ithalat ise 104. 5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamlar ihracatın FOB, yani güvertede teslim rakamı, ithalatın CIF, yani malın fiyatına sigorta ve taşıma giderlerinin dahil edildiği rakamlardır. Ancak, Merkez Bankasının açıkladığı rakamlar bu rakamlardan farklıdır. Örneğin, Merkez Bankası bizim 38.5 olarak hesapladığımız dış ticaret açığı rakamını 28.7 milyar dolar olarak hesaplamaktadır. Burada yaptığı yönlendirmenin kendisi de farkında olduğu için “ödemeler dengesi gösterimi uyarınca” diye muğlak bir ifade kullanmaktadır. Oysa, ithalat FOB olarak alınmış denildiğinde daha anlaşılır olabilecektir. Aslında, iktisatçılar ve bu konuyla ilgili olanlar aradaki farkın nedenini ve hesaplama farklılığını bilmektedir. Ama bunu bilmeyen vatandaşlar için, bu durum pembe tabloları destekleyici bir unsur olarak sunulmaktadır. İhracatta rekor kırıldığı söylenirken, asıl rekoru ithalatın kırdığı ve dış ticaret açığının, dolayısıyla da cari açığın kritik boyutlara ulaştığı gözlerden saklanmaya çalışılmaktadır.

2002 yılında sadece 1.5 milyar dolar olan cari açık 2003’te 8 milyar dolara, 2004’te ise 15.6 milyar dolara yükselmiştir. 2004 yılının Ocak-Kasım döneminde 12:7 milyar dolar olan cari açık 2005 yılının aynı döneminde % 48 oranında artışla 18.7 milyar dolara ulaşarak GSMH’nın % 7’sini aşmıştır. 2005 sonu itibarıyla 23 milyar dolara ulaşması beklenmektedir.

Cari işlemler açığı da hafife alınmakta ve finanse edildiği sürece sorun yok denilmektedir. Bir kısım medya mensubu ve televole iktisatçıları da bu görüşü desteklemektedir. Ancak, bu görüşler doğru değildir. Çünkü açığın ulaştığı boyut kadar, nasıl finanse edildiği de önemlidir. Açığın sürdürülebilir olması finansman yöntemiyle çok yakından ilgilidir. Şu anda cari açığın önemli bir bölümü sıcak para ile karşılanmaktadır. Bu sıcak paranın çok önemli bir kısmı ise ödemeler dengesinin “net hata ve noksan” kaleminde görüldüğü gibi (Ocak-Kasım 2005 itibarıyla 3.8 milyar dolar), kaynağı belli olmayan bir paradır. Nerden geldiği ve kime ait olduğu belli olmayan bu sıcak paranın nereye ve ne zaman gideceğini bilmek de mümkün değildir.

En küçük bir iç veya dış şok durumunda sıcak para bir anda Türkiye’yi terk edecek ve kırılganlığı artmış olan ekonomide bir çalkantıya yol açacaktır.

İÇ VE DIŞ BORÇ

2005 yılında iç ve dış borç stoku artmaya devam etmiştir. Özellikle, dış borç stokundaki artış dış ticaret ve dolayısıyla cari işlemler açığının nasıl finanse edildiğini göstermektedir. 2002 yılında 130.4 milyar dolar olan dış borç stoku 2003’te 145.8’e, 2004’te 161.9 milyar dolara çıkmıştır. Eylül 2005 itibarıyla da 165.3 milyar dolardır. 2004 yılı sonuna göre orta ve uzun vadeli dış borçların 2 milyar dolar kadar azalmasına karşılık, kısa vadeli dış borçların 4.7 milyar dolar artması dikkat çekicidir. Geçen yılın son üç ayında dış borcun 10 milyar dolar arttığı dikkate alınırsa 2005 sonu itibarıyla dış borcun 175 milyar dolara ulaşacağı anlaşılmaktadır.

İç borç stoku ise 2002 yılında 149.9 milyar YTL iken, 2003’te 194.4, 2004’te 224.5 milyar YTL’ye yükselmiş olup, Kasım 2005 itibarıyla 243.8 milyar YTL’dir. Kamu kesimi dış borcunu gösteren konsolide bütçe dış borç stoku ise, 2002 yılında 56.8 milyar dolar iken, 2003’te 63.4’e, 2004’te de 68.5 milyar dolara yükselmiş olup, 2005 Kasım ayı itibarıyla 62.5 milyar dolardır. Kamu kesiminin toplam iç ve dış borç stokunun bir ifadesi olan konsolide bütçe toplam borç stoku da 2002’deki 148.5 milyar dolar düzeyinden 2005 Kasım itibarıyla 243.1 milyar dolara yükselmiştir. Yani, AKP Hükümeti döneminde borcumuz 94.6 milyar dolar artmıştır. Bu dönmemdeki dış ticaret açığımız ise tamı tamına 93.1 milyar dolardır. Kısacası, bu dönemde dış ticaret açığımızı borçlanmayla kapatmışız.

ÖZELLEŞTİRME

Aslında, 2005 yılının ekonomideki en ilgi çekici yönü özelleştirmeler, daha doğrusu “yabancılaştırmalar” oldu. Özelleştirme konusunda iddialı rakamlar ortaya atılmasına rağmen, AKP Hükümeti döneminde 2003 yılında sadece 255 milyon dolarlık, 2004 yılında ise 783 milyon dolarlık tahsilat yapılabilmiştir. Özelleştirmenin en fazla konuşulduğu 2005 yılında ise özelleştirme gelirlerinin iddia edildiği gibi 15 milyar dolar değil, 3 milyar dolar civarında olması beklenmektedir.

Özelleştirmenin amacı hizmet kalitesinin ve çeşitliliğinin artırılması, maliyetlerin düşürülmesi ve sektörün büyümesi olması gerekirken, sat kurtulcu bir anlayışla, bütçe açıklarının finansmanında kaynak bulmak amacıyla her ne fiyata olursa olsun satalım anlayışı hakim olmuştur. Dolayısıyla Başbakan ve Maliye Bakanı “aktif pazarlama” anlayışıyla her şeyi satmaktan yana görünmektedir. AKP hükümeti hukuki boşluklardan ve özel yasal düzenlemelerden faydalanarak, kapalı kapılar ardındaki özel pazarlıklar yoluyla kamu mallarının “babalar gibi satıldığı” bir özelleştirme anlayışını tercih etmiştir.

Bütün özelleştirme ihaleleri kamuoyu nezdinde tartışmalı hale gelmiş ve özelleştirme bir yabancılaştırmaya dönüşmüştür. En çok tartışılan özelleştirmeler TÜPRAŞ, Türk Telekom ve Galataport ihaleleri olmuştur. Türk Telekom’u Saudi Oger şirketi alırken, Galataport  ihalesini ve ayrıca TÜPRAŞ’ın % 15’ini (ucuz fiyata!) Ofer şirketi almıştır. ERDEMİR’i OYAK grubunun alması üzerine yerliye satıldığı söylenirken, bir süre sonra hisselerin % 20’sinden fazlası Arcelor şirketine satılmış, Mittal şirketinin borsadan aldığı hisselerle birlikte ERDEMİR’in önemli bir kısmı da yabancıların eline geçmiştir.

Kamu şirketlerinin yabancılara satılmasının yanı sıra, TMSF bünyesindeki Uzan Gurubu şirketleri ile bazı özel şirketleri de yabancılar satın almıştır. TMSF Telsimi İngiliz Vodafone şirketine, bazı medya şirketlerini de Kanadalı Canwest şirketine satmıştır.

Ayrıca, bankacılık sektöründeki bazı özel bankaların tamamı veya bir kısmı yabancıların eline geçmiştir. Bu çerçevede, Yapı Kredi Bankasını Koç-Unicredito ortaklığı, Türk Ekonomi Bankası’nı BNP Paribas, Dışbank’ı Fortis, Şekerbank’ı Radobank, Garanti Bankası’nı general Electric kısmen veya tamamen satın almışlardır.

ESNAF, SANATKAR VE TÜCCARIN DURUMU

TCMB verilerine göre protestolu senet ve karşılıksız çek miktarında, kredi kartı ve ferdi kredi borcunu ödemeyenlerin sayısında, AKP iktidarı döneminde her geçen yıl artış görülmekte, özellikle 2005 yılında patlama yaşanmaktadır.

Protestolu senet tutarı bir önceki yıla göre 2003 yılında yüzde 11, 2004 yılında yüzde 82 oranında artmış, 2005 yılında ise 2,8 milyar YTL’yi aşmıştır. Ferdi kredi ve kredi kartı borcunu ödemeyen ve geç ödeyenlerin toplamı 2002 yılında 55.540 kişi iken, 2004 yılında bu rakam 142.981!e, 2005’te ise iki mislinden fazla artarak 313.484’e yükselmiştir. 2004 yılında 568.237 adet karşılıksız çek bildirimi varken, 2005’in ilk on ayında bu rakam 506.549’a ulaşmıştır.

Protestolu senet, ödenmeyen ferdi kredi ve kredi kartları ile karşılıksız çek rakamlarında görülen sürekli artışlar, esnaf, sanatkar ve tüccarların yanı sıra vatandaşların da ekonomik sıkıntı içinde olduğunu ve pembe tabloların onların hayatlarına yansımadığını açıkça göstermektedir.

SONUÇ VE 2006’YA BAKIŞ

Bazı çevrelerce pembe tablolar çizilmesine karşılık, ekonomideki büyümenin sağlıklı ve sürdürülebilir olmadığı, istihdama yol açmadığı için de işsizliğin azaltılamadığı açıkça görülmektedir. Bir mirasyedi gibi harcayarak, sonra da bu harcamaları sıcak parayla finanse ettiğimiz için dış ticaret ve dolayısıyla cari işlemler açığımız  hızla artmaktadır.

Büyük bir iş başarmış gibi takdim edilen özelleştirme uygulamaları ise bir tür yabancılaştırmaya dönüşmüş ve yabancı sermaye yeni doğrudan yatırım yapmak yerine hazır kurulu tesisleri ucuz fiyata devralmaya yönelmiştir. Bu çerçevede, halka arz ve stratejik kuruluşlarda mülkiyetin değil kullanım hakkının devredilmesi gibi yöntemler ile altın hisse hakkı gibi hususlar dikkate alınmamış ve sat kurtulcu bir anlayış hakim olmuştur.

Öte yandan, çizilen pembe tablolara rağmen, protestolu senet, ödenmeyen ferdi kredi ve kredi kartları ile karşılıksız çek rakamlarında görülen sürekli artışlar, esnaf, sanatkar ve tüccarların yanı sıra vatandaşların da ekonomik sıkıntı içinde olduğunu açıkça göstermektedir

Bir iç veya dış şok yaşanması durumunda 2006 yılında ekonomide ciddi bir kriz yaşanması kaçınılmaz hale gelebilir. Dünyada yaşanan gelişmeler sonucu petrol fiyatlarında meydana gelecek aşırı artışlar veya siyasi bir şok ekonomideki kırlganlığı daha da artırabilecektir. Özellikle 2006 yılında yapılacak bir erken seçim, yukarıda sözünü ettiğimiz sıcak paranın kaçması için bir vesile olursa belirsizlik artacak ve ekonomi daha da kötüye gidecektir. Her ne kadar Başbakan Erdoğan “erken seçim istemek ihanettir” dese de 2006 bütçe rakamlarına[ii] ve yapılan bazı düzenlemelere bakıldığında iktidarın da bir seçime hazırlandığı anlaşılmaktadır.

Kısacası, çizilen pembe tablolara rağmen işsizlik devam etmekte ve esnaf, sanatkar ve çiftçinin sıkıntıları giderek artmakta, senet ve çeklerin ödenmemesinin yanı sıra dar gelirli vatandaşlar da kredi kartını ödeyememe sorunuyla karşı karşıya kalmaktadır. Cari açığa ilişkin endişeler de giderek artmakta ve bu gidişle 2006’nın 2005’ten daha iyi olacağında dair bir işaret görünmemektedir.

NOTLAR

[i] Günal, Mehmet “İstatistiklerin Ağzı Var Dili Yok!:Büyüme Gerçek mi, Hormonlu mu? Ekonomi Düzeldi mi?,” 2023 Dergisi, Mayıs 2005, Yıl 5: Sayı: 49.

[ii] Günal, Mehmet “Bütçe Ekonomi mi, Siyasi mi?”, www.etikhaber.com

 

Gece
Gündüz