0(312) 216 11 09

Mehmet GÜNAL

I - GİRİŞ

Kamu finansmanı dengesi, kamu kesiminin belli bir dönem (yıl) içindeki gelir-gider dengesini ifade eder. Genellikle giderlerin gelirlerden fazla olması ve/veya gelirlerin toplanmasındaki gecikmeden dolayı kamu kesiminin açık vermesi kaçınılmazdır. Ancak, bu açıkların önemli boyutlara ulaşması ve kronik hale gelmesi bir çok ülke için önemli bir sorun haline gelmiştir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yaşanan borç krizlerinin önemli nedeni kamu açıklarıdır. Bu çerçevede, Brezilya Meksika, Şili v.b. ülkelerin yaşadıkları krizler ve aldıkları önlemler dikkat çekicidir.[1] Ancak, çalışmamızda Türkiye'nin durumu inceleneceği için diğer örnekleri ve çözüm önerilerini ayrıntılı olarak incelemek çalışmamızın kapsamını aşmaktadır.[2]

Türkiye'de 1980'lerde uygulanan büyümeci politikalara paralel olarak kamu harcamalarının artmasıyla birlikte, kamu kesimi açıkları 1980'lerin ortasından itibaren artmaya başlamıştır. 1990'lı yıllarda daha ciddi boyutlara ulaşan kamu finansman açıkları, 1994 yılı başlarında yaşanan krizle birlikte ciddi şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Arka arkaya yapılan seçimler ve buna dayalı popülist politikalar kamu finansmanı dengesizliğini artırmıştır. Türkiye'nin kriz neticesinde dış borç alamamasının sonucu olarak iç borçlanmaya yüklenmesi, dolayısıyla sıkışan piyasada faizlerin artması ve vade yapısının kısalması, kamu finansmanı dengesizliği konusunda köklü yapısal önlemler alınmasını zorunlu hale getirmiş ve bu husus medyada, akademisyenler, iş çevreleri ve politikacılar arasında tartışılmaya başlanmıştır.[3]

Kamu açıklarını önemli hale getiren şey açığın boyutundan daha çok nasıl finanse edildiğidir. Kamu kesimi açıkları üç şekilde finanse edilebilir: (1) iç borçlanma, (2) dış borçlanma ve (3) para basma (parasal finansman). Bu finansman türlerinden hangisinin uygulandığı ülke açısından önemlidir. Çünkü, her finansman yönteminin makroekonomik etkileri farklıdır. Özellikle, Türkiye gibi % 70-80 civarlarında bir enflasyonla yaşamaya alışmış olan ve kamu açıklarının kronik hale geldiği, sosyal güvenlik kurumlarının iflasın eşiğine geldiği ve kamunun sahip olduğu bir çok şirketin verimsiz çalıştığı ve hantal bir yapıya sahip olduğu iddiasıyla özelleştirilmeye çalışıldığı bir ülkede kamu kesimi açıklarının ulaştığı boyut ve finansman şekli  çok daha önem kazanmaktadır. Çünkü üç finansman türünün kullanımı da dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır.

Bu çerçevede, çalışmamızda Türkiye’de kamu açıklarının ulaştığı boyut, nedenleri, etkileri ve çözüm önerileri üzerinde durulacaktır.

II - KAMU KESİMİ AÇIKLARI

Türkiye’de kamu kesimi denilince ne anlaşılmaktadır? Öncelikle bu konuya açıklık kazandırmak gerekmektedir. Kamu kesimi; konsolide bütçe, KİT’ler, mahalli idareler, döner sermayeli kuruluşlar ve bütçe dışı fonlardan oluşmaktadır. Bu alt gruplardan oluşan kamu kesiminin gelir ve harcamaları arasındaki fark kamu kesimi açığı (veya fazlası) olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıntıya girmeden kısaca saymak gerekirse, kamu gelirleri; vergiler, vergi dışı normal gelirler, faktör gelirleri ve sosyal fonlardan oluşmaktadır. Kamu harcamaları ise; cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer harcamalarından oluşmaktadır. Kamunun gelir ve harcamaları arasındaki dengeye de kamu finansmanı dengesi (Türkiye için, dengesizliği demek daha doğru olur) denilmektedir.   

1986 yılından itibaren giderek artan kamu açıkları, Türkiye’de son yıllarda yaşanan makroekonomik istikrarsızlığın en önemli nedenlerinden biridir. Kamu kesimi açıklarındaki artışın nedeni ise kamunun gelirlerinden daha fazlasını harcamaya başlamasıdır. Kamunun tüketim harcamalarının harcanabilir gelire oranı 1987 yılından itibaren yükselmeye başlamış ve 1987 yılında % 68.3 olan bu oran, 1993’te %128.8’e ulaşmış, 1994 yılında ise % 117.1 olarak gerçekleşmiştir. Kamu kesimi açıklarının borçlanma yoluyla finanse edilerek kendi kendini besler bir duruma gelmesi, büyük bir faiz yükünün ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Tablo: 1

TEMEL BÜTÇE GÖSTERGELERİ (Trilyon TL)

 

1991

1992

1993

1994

1995

Gelirler

97

174

351

745

1404

Harcamalar

130

221

485

897

1721

Bütçe Dengesi

-33

-47

-134

-152

-317

Faiz Ödemeleri

24

40

116

298

576

Faiz Dışı Denge

-9

-7

-17

146

259

Nakit Dengesi

-33

-59

-126

-146

-294

Kaynak: HAZİNE, DİE ve DPT

Temel bütçe göstergelerine göz attığımız zaman bütçe açıklarının 1993 yılında hızla arttığını görmekteyiz. 1992 yılında 47 trilyon TL olan bütçe açığı, 1993'te 134 trilyon TL'ye, 1994'te 5 Nisan Kararları'nın da etkisiyle az artarak  152 trilyon TL'ye, 1995 yılında ise seçim ekonomisinin de etkisiyle 317 triylon TL'ye yükselmiştir. Burada bütçe açığındaki artıştan daha dikkat çekici olan, faiz ödemelerindeki artıştır. Faiz ödemeleri 1993, 1994 ve 1995 yıllarında katlanarak artmış, 1993 yılında 17 trilyon TL açık veren faiz dışı bütçe dengesi, 1994'te 146 trilyon TL, 1995'te ise 259 trilyon TL fazla kaydetmesine rağmen, bütçe açığı ve nakit açığı önemli boyutlara ulaşmıştır (Tablo: 1). 

 Tablo: 2

            NAKİT AÇIĞI FİNANSMAN YÖNTEMLERİ (Trilyon TL)

 

1991

1992

1993

1994

1995

Finansman İhtiyacı

33

59

126

146

294

1-Dış Borçlanma (net)

1.9

4.0

21.1

-68.5

-81.2

2-İç Borçlanma (net)

2.3

15.4

30.1

-70.3

85.7

3-Kısa Vadeli Borçlanma

   a)Merkez Bankası(net)

   b)Hazine Bonosu(net)

23.5

10.7

12.8

41.4

17.4

24.0

75.2

53.0

22.2

296.1

51.9

244.2

291.9

94.7

197.2

4-Diğer

5.7

-1.4

-0.3

-11.5

-2.1

Kaynak: HAZİNE, DİE ve DPT

Nakit açığının finansman yöntemlerine baktığımızda ise, 1993 yılından itibaren net dış borç ödeyicisi durumuna geldiğimiz ve buna karşılık iç borçlanmanın, özellikle de kısa vadeli borçlanmanın hızla arttığı görülmektedir. Bu çerçevede, 1992 yılında 4 trilyon TL, 1993 yılında ise 21.1 trilyon TL dış borç temin edilirken, kriz nedeniyle kredibilitemizin azalması ve ratingimizin düşmesi dolayısıyla dış borç alamadığımız için, 1994 ve 1995 yıllarında net dış borç ödeyicisi konumuna gelinmiştir. Buna bağlı olarak, iç borçlanmamız -özellikle kısa vadeli olanlar- hızla yükselmiş ve bir yılda on misliden fazla artarak, 1993'teki 22.2 trilyon TL'lık düzeyinden 1994 yılında 244.2 trilyon TL'ye çıkmış, 1995 yılında ise 197.2 trilyon TL olarak gerçekleşmiştir (Tablo:2). Burada dikkat edilmesi gereken iki husus söz konusudur: Birincisi dış borcun iç borçla ikame edilmesi, ikincisi ise iç borcun vadesinin giderek kısalmasıdır. Buna bağlı olarak iç borcun miktarı artarken vadesi kısalmakta  ve faiz yükü giderek artmakta, dolayısıyla da bir borç çıkmazına doğru sürüklenilmektedir. 

Tablo: 3   

TEMEL BÜTÇE GÖSTERGELERİ/GSMH ORANLARI (%)

 

1991

1992

1993

1994

1995

Gelirler

15.7

15.8

17.9

19.1

18.4

Harcamalar

20.5

20.1

24.5

23.1

22.5

Bütçe Dengesi

-4.8

-4.3

-6.7

-3.8

-4.1

Vergi Gelirleri

12.4

12.8

13.2

15.1

14.2

Toplam Faiz Ödemeleri

3.8

3.7

5.8

7.7

7.5

Faiz Dışı Denge

-1.5

-0.6

-0.9

3.7

3.4

Kaynak: HAZİNE, DİE ve DPT

Bütçe gelir ve harcamalarının GSMH'ya oranları incelendiğinde, bütçe açığındaki artış eğilimi yine açıkça görülmektedir. 1993 yılında %17.9 olan konsolide bütçe gelirlerinin GSMH’ya oranı, 1994 yılında %19.1’e yükselmiş, 1995’te ise %18.4’e düşmüştür. Bu düşüşün önemli bir nedeni 1994 yılında alınan ek vergilerin de etkisiyle %15.1’e (1993’te; %13.2) yükselen Vergi Gelirleri/GSMH oranının 1995’te %14.2’ya gerilemesidir (Tablo: 3). Bu rakamlara baktığımızda, Türkiye’nin diğer ülkelere oranla çok daha düşük vergi topladığı görülmektedir. 1995 yılında Türkiye’nin konsolide bütçe gelirlerinin GSYİH’ya oranı % 18 iken, diğer OECD ülkelerinde % 35’in üzerindedir. Bu oranın düşük olmasında, yüksek enflasyon oranları, etkisiz vergi idaresi ve tahakkuk ve gecikme cezalarının yetersiz olmasının önemli rolü vardır. 

Tablo: 4

KAMU HARCAMALARINDA GELİŞMELER (%)

 

1991

1992

1993

1994

1995

Faiz/Toplam Harcamalar

18.5

18.2

24.0

33.2

34.0

Yatırım/Toplam Harcamalar

9.0

8.6

7.5

5.6

5.2

Personel/Toplam Harcamalar

42.0

47.1

38.4

32.9

29.6

Vergi Gel./Toplam Harcamalar

60.4

63.9

54.5

65.5

64.0

Kaynak: HAZİNE, DİE ve DPT

Öte yandan, harcamalar cephesine baktığımızda; 1992 yılındaki % 20.1 düzeyinden 1993'te % 24.5'e yükselen konsolide bütçe harcamaları/GSMH oranı da 1994'te % 23.1'e, 1995'te de % 22.5'e düşmüştür. Bu düşüşün en önemli nedeni, cari giderler ve sabit sermaye yatırım harcamalarının GSMH içindeki paylarının düşmesidir. Tablo: 4'e baktığımızda, toplam harcamalar içinde yatırım ve personel harcamalarının oranı düşerken, faiz harcamalarının oranının yükseldiğini ve % 34'ler  gibi önemli boyutlara ulaştığını görmekteyiz. Kamu harcamaları/GSMH oranının 1996 yılında 2 puan kadar yükseleceği ve bu yükselmenin büyük ölçüde cari giderler ve konsolide bütçenin faiz ödemelerindeki artıştan kaynaklanacağı beklenmektedir.

Kısacası, giderek bozulan kamu kesimi dengesinin 1996 yılının program hedeflerine göre bile kötüleşeceği ve bu kötüleşmenin büyük ölçüde faiz ödemelerindeki artıştan kaynaklanacağı açıkça görülmektedir. Toplam gelirlerde 1 puanlık bir artış beklenirken, harcamaların 2 puan artması beklenmektedir. Bu da Kamu Kesimi Borçlanma Gereğinin (KKBG) GSMH’ya oranının yükselmesi demektir ki, %6.5’lik düzeyinden %7.5’e yükselmesi beklenmektedir.

KKBG’nin gelişimi ve finansman yöntemlerine geçmeden önce burada bir hususu belirtmekte fayda vardır: 1994 yılı ile ilgili oranları yorumlarken, bu yılın kriz yılı olduğu ve bu yıl içinde, bir defalık vergiler nedeniyle gelirler artıp, harcamalar azalırken, GSMH’nın % 6.1 oranında gerilemesinin oranlar üzerinde etkili olduğu unutulmamalıdır.

III - KKBG VE FİNANSMANI

1 - KKBG ve Gelişimi

1993 yılındaki % 12.2’lik seviyesinden, 5 Nisan Kararları’nın da etkisiyle 1994 yılında % 8.1’e gerileyen KKBG/GSMH oranı 1995 yılında % 6.5’e düşmüştür (Tablo:5). 1995 yılında sağlanan bu iyileşmeye rağmen, özelleştirme gelirlerinin hedeflenenin altında, sosyal güvenlik kuruluşlarının açıklarının ise beklenenin üstünde gerçekleşmesi kamu kesimi finansman dengesini olumsuz etkilemiştir. 1994 yılında, konsolide bütçe faiz ödemeleri hariç kamu kesimi finansman açığının GSMH’ya oranı  % 0.4 iken, 1995 yılında % 1.1 oranında fazla kaydedilmiştir. KKBG’de 1995 yılında kaydedilen iyileşme esas olarak işletmeci KİT’ler ve özelleştirme kapsamındaki kuruluşların borçlanma gereğinin GSMH’ya oranındaki azalmadan kaynaklanmaktadır.  

Tablo: 5

KKBG/GSMH ORANLARI (%)

 

1991

1992

1993

1994

1995

KİT'ler

    İşletmeci KİT'ler

3.1

3.3

3.3

3.8

2.4

2.8

1.4

1.2

0.6

0.5

Mahalli İdareler

0.3

0.8

1.0

0.6

0.5

Döner Sermayeli Kuruluşlar

0.0

0.0

0.0

0.0

0.0

Sosyal Güvenlik Kuruluşları

0.1

0.2

0.6

0.6

0.7

Fonlar

1.3

2.0

1.6

1.6

0.5

KKBG Toplam

10.2

10.6

12.2

8.1

6.5

Kaynak: HAZİNE, DİE ve DPT

1996 yılında toplam KKBG’nin % 84.7’si konsolide bütçeden kaynaklanmaktadır. Bu durum özellikle son yıllarda önemli boyutlara ulaşan sosyal güvenlik kurumlarının finansman açıklarının konsolide bütçe tarafından karşılanmasından kaynaklanmaktadır.

KKBG’nin GSMH’ya oranında 1995 yılında görülen iyileşmenin kalıcı bir iyileşme olmadığı ve 1994 yılında gerileyen ve düşük düzeyde bulunan GSMH’nın 1995’teki hızlı büyümesinin, oranın düşmesine katkıda bulunduğu unutulmamalıdır. Ayrıca bu düşüşe neden olan kamu harcamalarındaki azalışın büyük ölçüde kamu personel ve yatırım harcamalarından kaynaklanması ve tüketim harcamalarının artıyor olması düşüşün kalıcı olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla, KKBG/GSMH (veya GSYİH) oranında kalıcı bir iyileşmenin sağlanabilmesi için hem kamu gelirlerini artırıcı hem de kamu harcamalarını -özellikle de gereksiz tüketim harcamalarını- azaltıcı önlemler alınmalıdır.          

2 - Finansman Türleri ve Etkileri

         Türkiye’de kamu gelirlerini artıracak ve mali disiplin sağlayacak yapısal önlemler alınamadığı ve köklü vergi reformları yapılamadığı için, oluşan açıklar ya borçlanma (iç ve/veya dış) veya para basma yoluyla finanse edilme yoluna gidilmektedir. Dolayısıyla, bu politikalar faiz ve kurlar üzerinde baskı oluşturmakta ve enflasyonist beklentilerin ve enflasyonun kendisinin yükselmesine yol açmaktadır.[4] Burada vahim olan şey, her iki aracın kullanımının da aşırı boyutlara ulaşmış olmasıdır.        

  1. a) Parasal Finansman

Parasal finansman, kamu açığının Hazine tarafından Merkez Bankası’ndan kısa vadeli avans kullanılarak finanse edilmesidir. Merkez Bankasının para programı uyguladığı 1990 yılında, % 7.5 civarında olan KKBG/GSYİH oranının 0.08 puanlık kısmı para basarak finanse edilirken, KKBG/GSYİH oranının yaklaşık % 9-10 civarında olduğu 1991-1995 döneminde yaklaşık % 1.5-2 puanlık kısmı Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmıştır. Ancak, 5 Nisan Kararlarından sonra çıkarılan 25 Nisan 1995 tarih ve 3985 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Hazine’nin kullanabileceği kısa vadeli avans miktarı sınırlandırılmıştır. Bu çerçevede, daha önce bütçe ödeneklerinin % 15’i olan Hazine’ye verilen kısa vadeli avans miktarının 1995 yılında, bütçede öngörülen ödenek artışının %12’sine, 1996’da % 10’una, 1997’de % 6’sına ve 1998 yılında ise % 3’üne düşürülerek daha sonraki yıllarda bu oranda devam ettirilmesi öngörülmüştür. Bu yasal düzenleme, para politikasının uygulanmasını zorlaştıran kamu açıklarının disiplin altına alınmasına katkıda bulunabilir, ancak borçlanma imkanları kısıtlanmadığı sürece tek başına yeterli olamaz. Çünkü, açıklar devam ettiği sürece parasal finansman kaçınılmaz olacak, dolayısıyla kısa vadeli avans olmasa da başka yollarla, örneğin, Hazine Bonosu veya Devlet Tahvillerinin değişik formüllerle Merkez Bankası ve kamu bankalarına satılması yoluyla dolaylı parasal finansman sağlanacaktır. Kısacası, asıl sorun yapısal sorundur ve köklü çözümler gerektirmektedir.

  1. b) Dış Borçlanma

Açık finansmanın yollarından biri olan dış borçlar Türkiye’de sürekli artış kaydetmiştir. 1985 yılında 25 milyar dolar düzeyinde olan dış borç stoku sürekli artarak, 1995 sonunda 73.3 milyar dolara ulaşmıştır. Hazine, 1991 yılından itibaren dış borçlanmaya daha çok yönelmiş, 50.5 milyar dolar dış borç stoku 1992’de 55.6 milyar dolara, 1993’te ise 12 milyarlık bir artışla 67.3 milyar dolara yükselmiştir (Tablo:7). Dış borç stokunun 1994 yılı sonunda 65.3 milyara gerilemesi, 1994 yılı başında yaşanan kriz nedeniyle ülkemizin ratinginin düşmesi ve dolayısıyla dış borçlanma imkanlarımızın azalması nedeniyle net dış borç ödeyicisi haline gelmemizden kaynaklanmaktadır. Yoksa, borçlanma ihtiyacımız bu ölçüde azalmamıştır ve kamu açıkları büyük ölçüde iç borçlanma yoluyla finanse edilmiştir.

Tablo: 6

DIŞ BORÇ GÖSTERGELERİ (Milyon ABD Doları)

 

1991

1992

1993

1994

1995

Dış Borç Stoku

     Orta ve Uzun Vadeli

     Kısa Vadeli

50,489

41,372

9,117

55,592

42,932

12,660

67,356

48,823

18,533

65,601

54,291

11,310

73,278

57,577

15,701

Borç Servisi

     Anapara

     Faiz

7,561

4,121

3,440

8,733

5,294

3,439

8,227

4,653

3,574

9,993

6,070

3,923

11,897

7,594

4,303

Cari İşlem Gelirleri

     İhracat (FOB)

     Diğer Hizmet Gelirleri

     KarşılıksızTransf.(Özel)   

25,853

13,667

9,307

2,879

28,457

14,891

10,419

3,147

30,434

15,611

11,788

3,035

32,790

18,390

11,691

2,709

41,494

21,975

16,094

3,425

ORANLAR (%)

 

 

 

 

 

Dış Borç Stoku/GSMH

33

35

37

50

44

Kısa Vad./ Top.Dış Borç

18

23

28

17

21

Orta veUz.V./ Top.Dış Borç

82

77

72

83

79

Borç Servisi/Cari İşl.Gelirleri

29

31

27

30

29

Borç Servisi / İhracat

55

59

53

54

54

Cari İşlemler Dengesi / GSMH

0

-1

-4

2

-1

Kaynak: HAZİNE, DİE ve MERKEZ BANKASI

Dış borç stokundaki artışın yanısıra, Dış Borç Servisi/İhracat ve Dış Borç Servisi/Döviz Gelirleri oranları da giderek kötüleşmektedir. Burada, ihracat ve döviz gelirlerinin çok hızlı artmamasının yanında, vadenin kısa olması nedeniyle dış borç servisinin artması etkili olmuştur.  Dış borçların vade yapısı da bozulmakta ve kısa vadeli borçlar artmaktadır. 1990'lı yılların başında giderek artan kısa vadeli borçlar 1993'te 18.5 milyar dolara ulaşmış, ancak kriz nedeniyle yeni borç alınamadığı ve mevcut kısa vadeli borçlar geri ödendiği için 1994'te 11.3 milyar dolara düşmüş, 1995'te ise yeniden artarak 15.7 milyar dolara yükselmiştir.

Aslında, Türkiye dış borçlarını ödeyebilecek ekonomik güce ve yeterli döviz rezervine sahip bir ülkedir ve her zaman borçlarını zamanında ödemiştir. Şu andaki borç stoku/GSMH oranı da uluslararası standartlar gözönüne alındığında çok korkulacak bir rakam değildir. Ancak, kamu maliyesinde köklü yapısal önlemler alınmaz ve ülkenin ekonomik şartları ile dış borcun döviz kompozisyonu ve uluslararası piyasalardaki gelişmeleri dikkate alan etkin bir borç yönetimi izlenmezse, dış borçlar da önemli bir sorun haline gelebilir.

  1. c) İç Borçlanma

Kamu finansmanı dengesinin son yıllarda giderek bozulmasına ve dolayısıyla iç borçlanmaya giderek daha fazla ağırlık verilmesine paralel olarak, iç borç stoku/GSMH oranı da artmıştır. 1993 yılında % 17.9 olan bu oran, 1994’te % 20.6’ya yükselmiş,  1995’te ise % 17.8’e düşmüştür (Tablo:7). 1994’ten 1995’e yaşanan düşüşü yorumlarken, yine 1994 yılında GSMH’nın % 6.1 oranında gerilerken, 1995’te % 8.1 civarında büyüdüğü ve bunun iç borç/GSMH oranını olduğundan daha hızlı düşmüş gibi gösterebileceği dikkate alınmalıdır.

 Tablo: 7

ıç borç göstergelerı (Trilyon TL)

 

1991

1992

1993

1994

1995

İç Borç Stoku

98

194

357

799

1361

İç Borç Stoku / GSMH (%)

15.4

17.6

17.9

20.6

17.8

İç Borç Kullanımı (Bono+Tahvil)

46

112

236

649

1370

İç Borç Kullanımı / GSMH (%)

7.2

10.1

11.8

16.7

17.9

İç Borç Anapara Ödemesi

(Bono+Tahvil)

31

72

184

475

1087

İç Borç Anap.Ödemesi/GSMH(%)

4.8

6.5

9.2

12.2

14.2

İç Borç Servisi (Faiz+Anapara)

48

103

276

708

1562

İç Borç Servisi / GSMH (%)

7.5

9.3

13.8

18.2

20.4

Kaynak: HAZİNE  

         Son üç yıl içinde % 20 dolaylarında gerçekleşen İç Borç Stoku/GSMH oranının diğer ülkelerle karşılaştırıldığında çok yüksek olmadığını söylemek pek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Aslında Hazine’nin ilan ettiği iç borç stokunu GSMH’ya oranlamak da yanıltıcı olabilir. İç borçların kompozisyonuna bakılınca, tahvil ve bono stoku/GSMH oranının özellikle son dört yılda hızla artarak, 1995 sonunda % 18’e çıktığı görülmektedir.

         Normal bir ekonomide, bu boyutta bir iç borç sorun yaratmayabilir. Ancak, uygulanan makroekonomik politikaların bir sonucu olarak borç vadesinin sürekli kısalması ve iç borç stokunun doğurduğu faiz yükü sorunun önemini artırmaktadır. Vadenin kısalması ve faiz yükünün artmasının yanısıra, iç borç araçlarının en büyük alıcısı durumundaki bankalar asli fonksiyonlarından uzaklaşmakta ve bu mali sektörün yapısını ve işleyişini olumsuz olarak etkilemektedir. Ayrıca, kamunun mevcut kaynakların tamamına yakın bir kısmını kullanması, özel kesimin kaynak yetersizliği nedeniyle yatırım imkanlarını sınırlamaktadır (“crowding out”).[5] Dolayısıyla, bütün bunlar, iç borç sorununun sadece mali değil aynı zamanda reel sektörü de ilgilendiren bir sorun olduğunu ve acil önlemler alınması gerektiğini göstermektedir.    

IV - ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

         1 - Kısa Vade

  • Siyasi ve Ekonomik İstikrarın Sağlanması: Kamu açıklarının giderek arttığı ve ekonomik-siyasi belirsizliğin aşırı boyutlara ulaştığı ülkemizde, piyasalara güven verilmesi ve gerekli politikaların kararlılıkla uygulanabilmesi için siyasi istikrar birinci derecede öneme sahiptir. Bu çerçevede, güçlü bir hükümetin, sürdürülebilir büyümeyi sağlamaya yönelik olarak köklü bir istikrar programı uygulaması kaçınılmazdır.[6]
  • İç Borçların Vadesinin Uzatılması: Kamu açıklarının finansmanında son birkaç yıldır en önemli araç haline gelen iç borçların vadesinin uzatılması gerekmektedir. Bunu yapmanın yolu ise, borçların zorunlu konsolidasyonu veya Merkez Bankası’na devri değildir. Borçların zorunlu konsolidasyonu piyasaların güvenini sarsar. Merkez Bankası’na devredilmesi yoluyla çözüm aramak ise, netice olarak para basma yoluyla finansmana ve enflasyonist beklentilerin artmasına yol açacağı için faizleri yükseltecek ve borçlanma maliyetini artıracaktır. Bu durumda, kısa vadede yapılacak olan şey, iç borçların vadesinin piyasalara güven vererek uzatılmasıdır. Bunun için de getirilerin enflasyonist ortamın getirdiği belirsizliklerden etkilenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda, yapılacak şey, daha önce ihrac edilen TEFE + tahvilleri gibi fiyat endekslerine veya dövize endeksli borçlanma araçları çıkarmaktır. Bu çerçevede, TEFE + tahvillerine öncelik verilmeli ve vadenin mümkün mertebe uzun tutulmasına -en az 2-3 yıl olmasına- özen gösterilmelidir. Bir yıldan daha az vadeli TEFE + bonoları çıkarmak vadenin kısa olması nedeniyle hem vadenin uzatılmasına katkıda bulunmayabilir, hem de faizlerin düşmesinde fazla etkili olamayabilir. Dövize endeksli olarak çıkarılacak araçlarda da vadenin uzun olmasına ve döviz kuru riskine dikkat edilmelidir. Meksika’da 1994 yılında çıkarılan Tesobonolarının kısa vadeli olması ve uluslararası faiz oranlarının aniden yükselmesi gibi nedenlerle 1994 yılı sonlarındaki krizin ortaya çıkmasında önemli ölçüde etkili olduğu unutulmamalıdır.[7]

Borç yükünün azaltılması ve vadenin uzatılmasında, Şili, Meksika ve Brezilya gibi ülkelerde uygulanan yöntemler, etkileri ve sonuçları dikkatle incelenmelidir.[8] Örneğin Şili'de dış borçlar iç borç araçlarıyla swap yapılmıştır. Ancak, bu yöntemin de sakıncaları vardır. İç borçların aşırı boyutlara ulaşması monetizasyona ve dolayısıyla enflasyonist beklentilerin artmasına yol açabilir.[9] Brezilya'da ise borçların özelleştirme kapsamındaki kuruluşların hisse senetleriyle değiştirilmesi, borçların diğer para cinslerine dönüştürülmesi (currency switching) v.b. yöntemler denenmiştir. Bu çerçevede, ülkemizde de özelleştirme kapsamındaki kuruluşların hisse senetlerine dönüştürülebilecek tahviller ihraç edilebilir. Kısacası, borç vadesini kısaltıp, maliyeti düşürecek ve araç çeşitliliğini sağlayarak borç idaresini kolaylaştıracak yöntemlerin dikkate alınması ve uygun olanların ülkemizde de uygulanması yararlı olacaktır.      

  • Kamunun tüketim harcamalarının azaltılması: Kısa vadede yapılacak bir başka şey ise, kamunun yatırım harcamalarının değil tüketim harcamalarının disiplin altına alınmasıdır. 5 Nisan Kararlarından sonra olduğu gibi, cari personel harcamaları ve yatırım harcamalarını kısmanın başka olumsuz sonuçları olacaktır. Cari personel harcamalarının kısılması zaten gelirleri düşük olan kamu çalışanlarını huzursuz edecek ve sosyal rahatsızlıklara yola açacaktır. Yatırım harcamalarının kısılması ise, gerekli altyapı yatırımlarının durmasına ve ekonominin genelinin olumsuz etkilenmesine yol açacaktır. 

2 - Uzun Vade                 

  • Vergi reformu: En iyimser tahminlerle, GSMH'nın % 25-50'sine ulaştığı söylenen, ancak benim daha fazla olabileceğini düşündüğüm kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına alarak vergi tabanını genişletecek; vergi idaresinde modernizasyon sağlayarak, etkinliği artıracak; cezaların caydırıcı düzeylere getirilmesi ile vergi toplamayı sağlıklı hale getirecek ve vergiyi basitleştirerek vergi vermeyi teşvik edecek köklü bir vergi reformu kaçınılmazdır.
  • Kamu harcamalarının disiplin altına alınması için yasal düzenleme: Kamunun yatırım harcamalarının değil, gereksiz tüketim harcamalarının disiplin altına alınması ve belli kurallara bağlanması gerekmektedir. Özellikle, popülist yaklaşımların sonucu olan, sübvansiyonların ve seçim ekonomisi uygulamalarının önüne geçilmelidir. Bu bağlamda, Almanya’da olduğu gibi, bütçede öngörülen her harcama için kaynak gösterilmesi yasal olarak zorunlu hale getirilebilir.
  • Özelleştirme: Özeleştirme ile ilgili yasal düzenlemeler bir an önce tamamlanmalı ve özelleştirilmesi gereken kuruluşların satışı hızla tamamlanmalıdır. Ancak, özelleştirme stratejisi yeniden gözden geçirilmeli ve ekonomik ve stratejik olarak ulusal öneme sahip kuruluşlar belirlenerek bunlara sahip çıkılmalı, diğer şirketlerin satışında da mümkün mertebe blok satış veya yabancılara satış yerine, halka ve çalışanlara satış yöntemleri benimsenerek özelleştirmenin sosyal boyutu da dikkate alınmalıdır.
  • Sosyal Güvenlik Reformu: Sosyal güvenlik kurumları, kamunun sırtında yük olmaktan çıkarılarak, primlerinin zamanında tahsilini, harcamaların -özellikle sağlıkla ilgili olanların- ise kontrol altına alınmasını sağlayacak tedbirler acilen alınmalıdır. Ayrıca, SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı'nın bir çatı altında toplanması ve işlemlerin basitleştirilmesi, buna paralel olarak özel sigortacılığın özendirilmesi gerekmektedir.

         Yapısal reformların tamamlanması, kamu açıklarının makul seviyelere düşürülmesi ve siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanmasıyla, kamu kesimi mali piyasalardan elini çekecek, "crowding-out" denilen ve özel kesime kaynak bırakmayan etki ortadan kalkacak, ve reel ekonomi için gerekli kaynaklar bulunacaktır. Sonuç olarak, kararlı ve sürdürülebilir bir büyüme oranına ulaşmak mümkün olacaktır.

KAYNAKÇA

Askari, Hossein, Third World Debt and Financial Innovation: The Experiences of Chile and Mexico, Development Centre Studies, OECD, Paris: 1991.

Dornbush, Rudiger and Mario Draghi (eds.), Public Debt Management: Theory and History, Centre for Economic Policy Research, Cambridge University Press, Cambridge: 1990.

Easterly, William R. "Fiscal Adjustment and Deficit Financing during the Debt Crisis," içinde geçtiği kitap; Husain, Ishrat and Ishac Diwan (eds.), Dealing with the Debt Crisis, A World Bank Symposium, The World Bank, Washington, D.C.: 1989, (Second Printing: 1990); s.89-115.

Gale, Douglas "The Efficient Design of Public Debt," içinde geçtiği kitap; Dornbush, Rudiger and Mario Draghi (eds.), Public Debt Management: Theory and History, Centre for Economic Policy Research, Cambridge University Press, Cambridge: 1990; s.14-46.

Günal, Mehmet "Türkiye'de Kamu Finansmanı Dengesi (Ya da Dengesizliği)," Türk Erdem Vakfı'nca 28.6.1996 tarihinde Ankara Dedeman Otel'de düzenlenen Türkiye Ekonomisinin Problemleri ve Çözüm Önerileri panelinde sunulan tebliğ.

Husain, Ishrat and Ishac Diwan (eds.), Dealing with the Debt Crisis, A World Bank Symposium, The World Bank, Washington, D.C.: 1989, (Second Printing: 1990)

Lamdany, Ruben "The Market-Based Menu Approach in Action: The 1988 Brazilian Financing Package," içinde geçtiği kitap; Husain, Ishrat and Ishac Diwan (eds.), Dealing with the Debt Crisis, A World Bank Symposium, The World Bank, Washington, D.C.: 1989, (Second Printing: 1990); s.163-173.

Larrain, Felipe and Andres Velasco, Can Swaps Solve the Debt Crisis? Lessons from the Chilean Experience, Princeton Studies in International Finance, No:69, November 1990, Princeton University, Princeton: 1990.

MÜSİAD, Devletin İç Borç Krizi: İflas 1999, MÜSİAD Araştırma Raporları: 6, Ekim 1994.

Özatay, Fatih "Ortodoks Bir İstikrar Programı Yeterli mi ?" İktisat/ İşletme ve Finans, Sayı: 124, Temmuz 1996, s.19-29.

Özatay, Fatih, Öztürk, Emin ve Güven Sak, 1980 Sonrasında Kamu ve Özel Sektör Arasında Paylaşımı ve Sonuçları, TÜSİAD Yayın No: T/96-1/189, İstanbul: 1996.

Selçuk, Faruk ve Anjariitta Rantanen, Türkiye'de Kamu Harcamaları ve Kamu Borçlanması: Mali Disiplin Gereği Üzerine Gözlem ve Öneriler, TÜSİAD Yayın No: T/96-1/190, İstanbul: 1996.

The World Bank, Turkey: A Strategy for Managing Debt, Borrowings and Transfers under Macroeconomic Adjustment, The World Bank Country Study, Washington, D.C.: 1990.

**  Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ýktisat Doktora Öðrencisi; Merkez Bankasý, Dýþ Ýliþkiler Genel Müdürlüðü. Yazýda belirtilen görüþler tamamen yazarýn kiþisel görüþleri olup, kesinlikle baðlý bulunduðu kurumlarý baðlamaz. 

[1] Þili ve Meksika örneði ve bu ülkelerdeki uygulamalar için Askari (1991)'e; Þili'deki çözüm önerileri için ise Larrain and Velasco (1990)'a bakýnýz.

[2] Geliþmekte olan ülkelerdeki borç krizlerinin geliþimi, çözüm önerileri ve genel borç idaresi konularýnda ayrýntýlý bilgi için; Ishrat and Diwan (1989), Easterly (1990) ve Dornbush and Draghi (1990)'a bakýlabilir.

[3] Türkiye üzerine son dönemdeki tartýþmalar çerçevesinde, Selçuk ve Rantanen (1996), Özatay (1996) ve Özatay ve diðerleri (1996)'ya bakýlabilir.

[4] Faiz ve kurlar üzerindeki etkiler hakkýnda ayrýntýlý tartýþma için, bakýnýz, Özatay ve diðerleri (1996), s.35-38.

[5] Bu konuda ayrýntýlý bilgi için, bakýnýz, Özatay ve diðerleri (1996).

[6] Ýstikrar politikasýnýn nasýl olmasý gerektiði konusunda ayrýntýlý tartýþma için Özatay (1996)'ya bakýlabilir.

[7] Meksika örneði için, bakýnýz, Askari (1991).

[8] Meksika ve Þili'de borç idaresi ve konsolidasyon giriþimleri için Askari (1991)'e; Brezilya örneði için ise Lamdany (1990)'a bakýnýz.

[9] Bu konuda ayrýntýlý bir tartýþma için, bakýnýz Larrain and Velasco (1990), s.21-36.

Gece
Gündüz