0(312) 216 11 09

I - GİRİŞ

Türkiye ekonomisi son on yıllık dönemi krizlerle geçirmiştir. 1994 krizinin ardından ekonomide kısa vadeli bir istikrar sağlanmışsa da, 1990’ların ikinci yarısında yaşanan siyasi istikrarsızlığa paralel olarak yapısal sorunlar çözülememiştir. Asya ve Rusya krizlerinin de etkisiyle daha da kötüleşen ekonomiyi düzlüğe çıkarmak amacıyla, 1999 yılı sonunda IMF ile bir Stand-By anlaşması imzalanarak, Enflasyonu Düşürme Programı adı altında bir istikrar programı uygulamaya konmuştur. Ancak, cari işlemler dengesindeki artış, bankacılık sistemindeki yapısal sorunlar ve yurtdışına yıl sonu nedeniyle sıcak para çıkışı ile birleşince Kasım 2000 sonlarında bir likidite krizi yaşanmış ve programa olan güven sarsılmıştır. Artan belirsizlik ve güvensizlik, IMF'den sağlanan ek rezerv kolaylığı ile giderilerek sabit kura dayalı enflasyonu düşürme programına devam edilmiştir. 

Şubat 2001'e gelindiğinde başka bir kriz yaşanmış ve sabit kur sistemi terk edilerek, dalgalı kura geçilmek zorunda kalınmış, TL fiilen % 60 civarında devalüe edilmiştir. Bu krizin yarattığı belirsizlik, Sn Kemal Derviş'in uzun çalışmaları sonucunda açıklanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'na rağmen devam etmektedir. Programın tespitler kısmında da belirtildiği gibi, krizlerin en önemli nedeni sürdürülemez iç borç dinamiği ve bankacılık sistemindeki sağlıksız yapıdır.

Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri bankacılık sektörünün sorunlarını daha da ağırlaştırmış ve faiz ve kur riski sonucu büyük kayıplara yol açmıştır. Krizler nedeniyle bankalara olan güven azalmış ve bankaların sendikasyon kredilerini çevirmesi zorlaşmıştır. Bankalar 2000 yılında % 35-40 düzeyinde faizlerle aldıkları DİBS’lerden zarar etmişlerdir.

Bu ortamda, Hazine hem 2001 yılı içinde itfası gelen 46 katrilyon liralık iç borcun çevrilmesi hem de bankaların kur riskinin azaltılmasına ve açık pozisyonlarının kapatılmasına yardımcı olmak amacıyla 15.6.2001 tarihinde bir iç borç takas ihalesi düzenlemiştir. İhaleye beklenenin üzerinde, yaklaşık net 10.8 katrilyon liralık teklif gelmiş ve bunun net olarak 8.5 katrilyonluk kısmı karşılanmış, ayrıca 850 trilyon daha ilave işlem yapılmıştır.

Takasla ilgili birçok olumlu ve olumsuz görüş basında yer almıştır. Ancak, bu şartlarda takasın yapılması kaçınılmazdır. Takasın yapılmaması halinde, bankaların açık pozisyonlarını kapamak için döviz ihtiyacını Merkez Bankası’ndan karşılama yoluna gitmesi durumunda döviz üzerinde baskıların artacak olması ve Hazine’nin 2001 yılının geri kalan döneminde çevirmesi gereken yaklaşık 45 katrilyon liralık iç borç rakamı da dikkate alındığında, takas işleminin kaçınılmazlığı açıkça ortaya çıkmaktadır.

Bu çerçevede, bu çalışmada önce takas işleminin niteliği ve özellikleri tartışılacaktır. Ardından da finansal serbestleşmenin tamamlanması açısından bir dönüm noktası olan 32 Sayılı Karar sonrasında 1990’lı yıllarda uygulanan politikaların etkileri ve 2001 yılına kadar olan gelişmeler, başka bir deyişle takasa giden yol ele alınacaktır. Sonraki bölümde, takas işleminin sonuçları tartışılacaktır. Çalışma takasın etkilerinin ardından ve genel bir değerlendirme içeren sonuç bölümüyle son bulmaktadır.

 

II – TAKAS NEDİR?

Basit olarak bir borcun başka bir borçla değiştirilmesi anlamında kullanılan takas işlemi, finansal anlamda bir “swap” işlemidir.  Aslında, bir tür türev işlemi olan swap işlemleri özel kişi ve kurumlar arasında yapılan ve uluslararası piyasalarda çok yaygın olan bir işlemdir. Ancak, bizim yaptığımız işlemde (Arjanti’de olduğu gibi) bir tarafta Hazine bulunmaktadır.

Swap işlemleri döviz swapları (currency swaps) ve faiz oranı swapları (interest rate swaps) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

Döviz swapı, belirlenen döviz kuru ve belirlenen kur aralığı üzerinden paraların periyodik olarak değiştirilmesidir ve döviz kurundaki dalgalanmalardan korunmak üzere yapılmaktadır. Döviz swapı esas olarak bir dizi forward işleminden oluşmaktadır.[1] Döviz swapı faiz oranı swapı kadar çok kullanılmamaktadır ve o kadar çeşitli değildir.

Faiz oranı swapı (interest rate swap), bir tarafın belli bir miktar faiz ödemelerini diğer ödemeyle değiştirdiği bir anlaşmadır. En yaygın örneği, değişken oranlı faiz ödemelerinin sabit oranlı faiz ödemeleriyle değiştirilmesidir. Faiz oranı swapının temel unsurları şunlardır: sabit faiz oranı, formül ve değişken oranı belirlemek için kullanılan endeks türü, ödemelerin sıklığı, swapın geçerlilik süresi.

Kurumların farklı ihtiyaçlarına cevap vermek üzere bir çok değişik türde faiz oranı swapı geliştirilmiş olup, en çok kullanılanlar şunlardır: basit (plain vanilla veya generic) swap, forward swap, çağrılabilir (callable) swap, işleme konulabilir (putable) swap, uzatılabilir (extendable) swap, değişken faiz için sıfır kuponlu (zero-coupon-for-floating) swap, üst sınırlı oran (rate-capped) swapı ve hisse senedi (equity) swapıdır.[2]

 

Bizim yaptığımız bono takası ise, bir tür faiz swapıdır. Burada Hazine’nin yaptığı, vadesi gelen veya kısa dönemde gelecek olan mevcut kağıtları, bir kısmı TL üzerinden, bir kısmı da dövize endeksli daha uzun vadeli kağıtlarla değiştirmektir.

III- TAKASA GİDEN YOL: 32 SAYILI KARAR VE SONRASI

Hazine’nin, 2001 yılı içerisine sıkışan iç borç geri ödeme takvimini rahatlatmak ve bankacılık sisteminin döviz riskinin azaltılmasına, yani açık pozisyonlarının kapatılmasına yardımcı olmak amacıyla düzenlediği takas ihalesini doğuran nedenlerin kökü aslında 1980’li ve 1990’lı yıllara dayanmaktadır. Dolayısıyla, bu bölümde Türkiye ekonomisinde, 1980’lerin sonunda ve 1990’larda yaşanan gelişmeler kısaca ele alınarak takasa giden yol incelenecektir.

Türkiye’nin dışa açılması için bir dönüm noktası olan 24 Ocak Kararları’nın ardından büyüme oranı yükselmiş ve enflasyonda ani bir düşüş gerçekleşmiştir. Ancak, kısa vadeli istikrar politikalarından uzun vadeli yapısal uyum politikalarına kayıldıkça, genişlemeci maliye ve para politikaları enflasyonist finansmanı kaçınılmaz hale getirmiştir. Yani uygulanan politikalar büyüme ve ödemeler dengesi açısından başarılı olmakla birlikte enflasyon ve kamu maliyesi sorunları büyüyerek devam etmiştir (Günal, 1993). 1980’lerin ikinci yarısında, özellikle seçim yılı olan 1987’de para ve maliye politikalarında gevşeme nedeniyle, kamu açıkları ve dış borçlar hızla artmaya başlamış ve enflasyon oranı %80’lere dayanmıştır.

1980’lerde para ve sermaye piyasalarında yapılan reformlar, Ağustos 1989’da uygulamaya konulan ve kambiyo rejiminde köklü değişiklikler getiren 32 Sayılı Karar ile tamamlanmıştır. Bu Kararla birlikte, gerçekçi döviz ve faiz politikası uygulamaları, dış ticarette serbestleşme ve para ve sermaye piyasalarındaki kurumsal yeniliklerin ardından, en önemli ve son aşama olan sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve konvertibiliteye geçiş gerçekleşmiştir. Bu bağlamda, 1990’ların başında mali disiplinin sağlanamamış olması ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, 1994 yılı başında patlak veren krizin anlaşılması için önemli hususlardır.

1980’lerin sonunda, artan kamu açıklarının finansmanında ağırlık Merkez Bankası kaynaklarından iç borçlanmaya doğru çevrilmiştir. İç borçlanmanın yapılabilmesi için faizlerin yükseltilmesi gerekmiştir. Sonuç olarak hem borç yükü artmaya hem de vade yapısı kısalmaya başlamıştır. Diğer bir gelişme ise 32 sayılı Karar ile birlikte sermaye hareketlerinin serbestleşmesidir. Burada asıl önemli olan, faizlerin yükselmesi ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi arasındaki ilişkidir. Bu ilişki, faiz-kur makasının, Türkiye’ye kısa vadeli sermaye girişindeki artışın, bankaların açık pozisyonlarını büyütmeye yönelmelerinin, kısacası 1994 yılı başlarındaki krizin arkasında yatan nedendir.[3]  Bu gelişmeler aşağıdaki tabloda açıkça görülmektedir.

 

Tablo 1: Ekonomik Göstergeler (1989-1994)

 

1989

1990

1991

1992

1993

1994

Bütçe Açığı

(Milyar TL)

7.673

11.955

33.517

47.434

133.857

152.180

KKBG/GSMH

5.3

7.4

10.2

10.6

12.0

7.9

İç Borç Stoku

(Milyar TL)

41.934

57.180

97.647

194.236

357.347

799.311

Dış Borç Stoku

(Milyon USD)

41.751

49.035

50.489

55.592

67.356

65.601

Enflasyon

(TÜFE, Yıl sonu)

64.3

60.4

71.1

66.0

71.1

125.5

Açık Pozisyon

(Milyon USD)

 

1.792

1.914

2.688

4.844

1.215

Döviz Kuru

USD Alış

2.311

2.927

5.075

8.556

14.444

38.380

Sermaye Hareketleri (net)

780

4.037

-2.397

3.648

8.963

-4.194

KAYNAK: Günal (2001a).

Türkiye'de özellikle kamu kesimi açığından kaynaklanan aşırı bir kaynak talebi mevcuttur. Açık bütçe politikası ve kamu açıklarının giderek artmasından kaynaklanan aşırı iç ve dış borçlanma giderek bir kısır döngü haline dönüşmüş ve borcun borçla ödenmesi noktasına gelinmiştir. Kamu kesiminin aşırı kaynak talebi, Devlet İç Borçlanma Senetlerinin ihracını artırmakta, bu da para ve sermaye piyasalarının yeterli düzeyde gelişmemiş olmasının da etkisiyle faiz oranlarının yükselmesine neden olmaktadır. Faiz oranlarındaki bu aşırı artış reel faizin yüksek olmasına, bu da sıcak para akımının artmasına yol açmıştır. Kamu açıklarının 1989 sonrası dönemde hızla artması, mali piyasalar üzerindeki baskıyı artırmış ve reel faizin yükselmesine yol açmıştır. Bu yüksek reel faiz dışardan sermaye girişinde önemli bir role sahiptir. Söz konusu sermaye girişleri aynı zamanda döviz kurları üzerinde aşağıya doğru bir baskı oluşturmakta, bu baskı neticesinde, kur artış hızı ile faiz arasındaki marj artmakta ve sermaye girişinin daha cazip hale gelmesiyle kendi kendini besleyerek büyüyen bir süreç ortaya çıkmaktadır. Hükümetin 32 Sayılı Karar doğrultusunda Ağustos 1989'dan itibaren serbest bıraktığı döviz işlemlerine paralel olarak, yabancı sermayeyi teşvik etmek amacıyla yüksek reel faiz ve aşırı değerli kur politikası uygulaması veya buna göz yumması, zaten içerde yüksek munzam karşılık ve disponibilite oranları ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu primlerinden kaynaklanan yüksek fon maliyetiyle karşı karşıya olan bankaların yabancı para işlemlere daha fazla yönelmelerine neden olmuştur. Bu da bankacılık sektörünün açık pozisyonlarının ve dolayısıyla kur riskinin artmasına yol açmıştır (Günal 1995a).

1993 yılının ortalarından itibaren belirtileri başlayan ve sonbaharda Hazine’nin yanlış borçlanma politikalarıyla belirginleşen, ancak 1994 yılı Ocak ayında patlak veren finansal kriz, 27 Mart yerel seçimleri nedeniyle uygulanan seçim ekonomisi sonucu alınamayan önlemlerin etkisiyle kronik hale gelmiştir. Seçimin ardından hükümet 5 Nisan 1994 günü “Ekonomik Önlemler Uygulama Planı” adı altında, kamuoyunda 5 Nisan Kararları olarak bilinen bir dizi ekonomik karar açıklamıştır.[4]

Kararlar kısa vadede ekonominin ateşini düşürmede başarılı olmuşsa da, kamu açıklarını azaltıp, dengeli ve sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak yapısal önlemler alınamamıştır. 1996 ve 1997 yıllarında uygulanan politikalar da sorunu çözememiş ve esas olarak mali piyasalarda istikrarı korumaya yönelik olmuştur. Bu istikrar hedefinin iki temel unsuru ise; kısa süreli ve hızlı fiyat değişikliklerinin önlenmesi ve piyasalardaki belirsizliklerin azaltılmasıdır.

Kısacası, 1980’li yıllarda finansal piyasalarda yaşanan gelişmeler ve Ağustos 1989’da yürürlüğe giren Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karar ile birlikte kambiyo rejiminde yaşanan serbestleşme bankaların döviz işlemlerine yönelmelerine ve artık yurtdışından kaynak bulmalarına da imkan sağlamıştır. 32 sayılı Karar’ın getirdiği serbestleşme, 1990’ların başlarında kamu açıklarının giderek büyümesi ve buna bağlı olarak ihraç edilen yüksek faizli Hazine Bonoları ve Devlet Tahvilleri bankaları kolay yoldan para kazanmaya itmiştir. Faizlerin yükselmesi ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, faiz-kur makasının açılmasına ve Türkiye’ye kısa vadeli sermaye girişinin artmasına, yani bankaların açık pozisyonlarının büyümesine yol açmıştır. Bu durum bankaların kur riskini artırmıştır.[5] 1996-1998 döneminde kısa süreli hükümetlerin iktidarda olması nedeniyle ekonomide yapısal önlemlerin alınamaması ve buna bağlı olarak büyüyen kamu açıklarının finansmanı, bankacılık sektörünün açık pozisyonlarını tekrar artırarak, kamu kağıtlarını almalarını ve kolay kazanç sağlamalarını teşvik etmiştir. 1996-1998 döneminde bankacılık sektörünün açık pozisyonundaki gelişme bu durumu açıkça yansıtmaktadır. Tablodan da görüleceği üzere 1996’da 4.9 milyar dolar olan açık pozisyon 1997’de aniden 9.7 milyar dolara, 1998’de de 11.7 milyar dolara yükselmiştir. Açık pozisyon artışı 1999 ve 2000 yılında da devam etmiştir. 1999 yılında 13.2 milyar, 2000 yılı sonunda da 17.3 milyar dolara çıkan açık pozisyon rakamı, Kasım Krizi öncesi Haziran 2000 itibarıyla 19.2 milyar dolara ulaşmıştır. Bu durum bankaların açık pozisyon yaratarak TL kaynak bulmaları ve bunları risksiz kazanç sağlayan kamu kağıtlarına yatırmaları olgusunun 1990’ların ikinci yarısında da devam ettiğini açıkça göstermektedir. Bankacılık sektörünün bu sorunu 2000 ve 2001’deki krizlerde ve bankaların TMSF’ye devrinde önemli rol oynamıştır.

Tablo 2: Bankacılık Sektörü Açık Pozisyonu: 1994-2000

(Milyar TL)

 

1994

1995

1996

1997

1998

1999

2000

 YP Aktifler

855.699

1,782,681

3,995,052

8,795,231

13,755,739

27,459,529

36,764,586

 YP Pasifler

899.351

1,967,864

4,274,182

9,809,852

16,094,542

34,598,942

48,386,470

 Net Pozisyon

 (Milyar TL)

-44.142

-185,183

-279,130

-1,014,621

-2,338,803

-7,139,413

-11,621,884

 Net Pozisyon

 (Milyon $)

-1.215

-4,946

-4,920

-9,690

-11,722

-13,219

-17,301

KAYNAK: 1991-1998 dönemi Günal (2001) ve TCMB farklı bültenler; 1999-2000 dönemi Türkiye Bankalar Birliği web sayfasından alınmıştır.

NOT: 1995 sonrası açık pozisyon rakamları 1.3.1995 tarih, 22217 sayılı Tebliğdeki tanımıyla değil, 1995 öncesiyle mukayese edilebilmesi için, eski haliyle verilmiştir. Yeni Tebliğe göre oluşan rakamlar; repo işlemleri, spot döviz işlemleri ve vadeli döviz işlemlerini de içermektedir. Dolayısıyla rakamlar çok daha düşük olabilmektedir. 

Kısacası, 1990 sonrası dönem, bankaların açık pozisyonlarını artırarak, risksiz yüksek faiz geliri sağlayan kamu kağıtlarına yatırım yaptığı ve gerçek bankacılık faaliyetlerinden uzaklaştığı bir dönem olmuştur. Bu durum bankacılık sektöründe bugün yaşanan sorunların temel nedenidir. Takasın bir amacının da bankaların açık pozisyonlarını kapatmalarına yardımcı olmak olduğu dikkate alındığında, sorunun temeli daha iyi anlaşılmaktadır.

 


IV- TAKAS İHALE SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

 

Hazine Müsteşarlığı'nın, 15.6.2001 tarihinde, "iç borçlanmanın vadesini, uygun maliyetlerle uzatmak ve bankacılık sisteminin döviz riskinin azaltılmasına yardımcı olmak amacıyla, vadesi 2001 ve 2002 yıllarında dolan TL cinsinden Devlet İç Borçlanma Senetlerinin, dövize endeksli ve TL cinsinden değişken faizli yeni senetlerle değiştirilmesine yönelik olarak" düzenlediği takas ihalelerinin sonuçları 17.6.2001 Pazar günü açıklanmıştır.

Vadelerine göre iki ayrı gruba ayrılan 23 adet senet için, iki ayrı ihale düzenlenmiştir. Birinci grup senetlere 5,728, ikinci grup senetlere 5,087 olmak üzere toplam net 10,815 trilyon TL teklif gelmiştir.

Tablo 3: Takas İhalesine Gelen Teklifler (Trilyon TL)

I . GRUP SENETLER

İhale Teklifleri

Rekabetçi Olmayan Teklifler

Toplam Teklif

Nominal

Net

Nominal

Net

Nominal

Net

2,381

2,199

4,050

3,529

6,431

5,728

II. GRUP SENETLER

İhale Teklifleri

Rekabetçi Olmayan Teklifler

Toplam Teklif

Nominal

Net

Nominal

Net

Nominal

Net

2,818

3,155

1,879

1,932

4,697

5,087

I. VE II. GRUP TOPLAMI

İhale Teklifleri

Rekabetçi Olmayan Teklifler

Toplam Teklif

Nominal

Net

Nominal

Net

Nominal

Net

5,199

5,354

5,929

5,461

11,128

10,815

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı

İhale sonucunda toplam 8,9 katrilyon TL nominal (8,5 katrilyon TL net) değerli senedin, 3 yıl ve 5 yıl vadeli dövize endeksli, 1 yıl ve 2 yıl vadeli TL cinsi tahvillerle değiştirilmesine karar verilmiştir. Hazine rekabetçi olmayan tekliflerin tümünü karşılamıştır. I. Grup ihaleden net 1,487 trilyon TL., II. Grup ihaleden net 1,537 trilyon TL olmak üzere ihalelerde toplam 3,024 trilyon TL. kabul edilmiştir. Rekabetçi olmayan teklifler de dahil olmak üzere toplam net 8,485 trilyon TL. tutarında takas yapılmıştır. Buna göre, net bazda toplam teklifin % 78,5’i karşılanmıştır. Hazine daha sonra 850 trilyonluk ilave senedi takas için kabul etmiş ve toplam rakam yaklaşık 9.3 katrilyon TL'ye ulaşmıştır.

100,000 TL nominal değerli 3 yıl vadeli dövize endeksli I. ve II. grup senetler  için oluşan ihraç fiyatları sırasıyla 83,628 ve 84,563 TL; getiri oranları ise % 14,89 ve % 14,45 olmuştur. Bu fiyatlara göre, takas işlemiyle ihraç edilen 8,485 trilyon liralık tahvillerin tutarları aşağıda gösterilmektedir.

 

 

 

Tablo 4: İhale Sonucu İhraç Edilen Tahvillerin Türü ve Tutarı (Trilyon TL)

Tahvil

Net Tutar

Nominal Tutar

3 yıl vadeli dövize endeksli

2,828

3,367

5 yıl vadeli dövize endeksli

2,828

3,679

1 yıl vadeli TL cinsi

1,672

1,724

2 yıl vadeli TL cinsi

1,156

1,192

TOPLAM

8,485

9,962

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı

 

Sonuç olarak Hazine, net bazda yaklaşık 4.8 milyar ABD doları tutarında, dövize endeksli ve 2.8 katrilyon TL. tutarında TL. cinsinden değişken faizli tahvil ihraç etmiştir. İhalelerde geri alınan 8,945 trilyon TL’lik nominal değerli senedin, I. grupta yer alan 5,678 trilyon TL'lik kısmı 2001 vadeli,   II. grupta yer alan 3,267 trilyon TL'lik kısmı ise 2002 vadelidir.

V - TAKASIN ETKİLERİ

Hazine gerçekleştirdiği takas işlemi sonucunda, ortalama vadeye kalan gün sayısı yaklaşık 5.3 ay olan nominal 8.9 katrilyon TL tutarındaki senetleri, ortalama vadesi 37.2 ay olan tahvillerle değiştirmiş ve bu yeni senetlerin ortalama vadesi bir buçuk yılı aşmıştır. Böylece iç borç stokunun ortalama vadesi uzatılmıştır.

2001 yılında yapılacak olan ve 17 Haziran 2001 tarihi itibariyle kesinleşen iç borç itfaları, takas öncesi ve takas sonrası olarak aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.

 

Tablo 5: Takas Öncesi ve Sonrası İç Borç İtfaları (Trilyon TL)

 

AYLAR

TAKAS ÖNCESİ

TAKAS SONRASI

FARK

HAZİRAN

9,049

8,066

-983

TEMMUZ

5,973

5,268

-705

AĞUSTOS

9,073

8,400

-673

EYLÜL

5,640

5,134

-506

EKİM

7,788

6,213

-1,575

KASIM

4,383

3,276

-1,107

ARALIK

3,985

3,819

-166

TOPLAM

45,891 

40,176

-5,715

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı

Hazine gerçekleştirilen takas işleminin, iç borç itfalarına olumlu etkileri olduğunu belirtmiş ve yaptığı basın açıklamasında bu hususu şöyle ifade etmiştir: "Geri alınan senetlerin 2001 yılındaki toplam itfayı azaltıcı etkisiyle, 2001 yılının kalan dönemindeki borçlanma ihtiyacı azalmıştır. Takası yapılan kısa vadeli senetlerin, takas yapılmasaydı itfa tarihindeki yeniden finansmanı için gereken borçlanma miktarının azalması da dikkate alındığında, 2001 yılının kalan dönemi için takas işleminin sağladığı borçlanma ihtiyacındaki azalma, itfalardaki azalmadan daha fazladır. 2001 yılının kalan döneminde iç borçlanma ihtiyacının yaklaşık 7,6 katrilyon TL azalacağı öngörülmektedir. 2001 yılı borçlanma ihtiyacındaki bu azalma, 2002 yılındaki borçlanma ihtiyacını da olumlu etkilemektedir. Öte yandan yapılan takas işleminin sonucu olarak, 2001 yılı bütçesinde nakit bazda yaklaşık 1.9 katrilyon TL tutarında bir faiz tasarrufu sağlanmıştır. Yapılan takas işlemi, gerek bankacılık sektörünün döviz riskinin azaltılmasına yardımcı olması, gerekse Hazine’nin iç borç stokunun vadesinin uzatılması ve borçlanma maliyetinin düşmesi yoluyla, iç borçların çevrilmesinde önemli ölçüde rahatlık sağlayacak şekilde sonuçlanmıştır."

Hazine Müsteşarlığı'nın bu görüşlerine katılmamak mümkün değildir. Ancak, 2001 yılında vadesi gelen 45.9 katrilyonluk iç borcun sadece 5.7 katrilyonluk kısmının takas edildiği ve hala 21.7 katrilyonluk kısmının itfası Haziran-Ağustos döneminde yapılacak olan 40.2 katrilyonluk bir iç borç stoku olduğu dikkate alınırsa, 2001'in geri kalan döneminin zor geçeceği açıktır.

Kısacası, takasın olumlu ve olumsuz etkilerinin olması kaçınılmazdır. Olumlu etkileri şunlardır:

  • Hazine'nin iç borcu çevirmesi kolaylaşacaktır.
  • İç borcun ortalama vadesi uzayacaktır.
  • Bankaların açık pozisyonu ve dolayısıyla kur riskleri azalacaktır.
  • Bankalar kurdaki artış sonucu bilançolarına kar yazabileceklerdir.
  • Bankaların açık pozisyonları azalacağı için kur üzerindeki baskı azalacaktır.
  • Hazine'nin rahatlaması nedeniyle iç borç faizlerinin düşmesi beklenmektedir.

Bu olumlu etki beklentilerine karşılık takasın bazı olumsuz etkileri olacağı da beklenmektedir. Muhtemel olumsuz etkiler şunlardır:

  • Bankaların kur riski azalırken, bu riski tamamen Hazine yüklenmiştir. Bu durum dövize spekülatif saldırıları teşvik edecek ve Hazine'nin zararını artırabilecektir.
  • Hazine'nin yaptığı bu işlem özel kesimin de dövize yönelmesine neden olacak ve dolarizasyon artacaktır.
  • Bankaların takas işlemiyle aktiflerini 3-5 yıl vadeli kağıtlara bağlaması, aktif-pasif uyuşmazlığına yol açacaktır. Bankaların kullandığı kaynakların ortalama vadesi yaklaşık iki aydır. Bu durum hem bankaların likidite riskini artıracak, hem de özel kesime kredi açma imkanlarını sınırlayacağından üretimi olumsuz etkileyecektir. Yani bankaların durumu nispi olarak iyileşirken, reel sektörün durumu daha da kötüye gidebilecektir.

VI - SONUÇ

Hazine'nin 15.6.2001 tarihinde gerçekleştirdiği takas ihalesinde beklenenin üzerinde (toplam 9.3 katrilyonluk) bir işlem yapması esas olarak başarılıdır. Takasın olumlu etkilerinin yanı sıra olumsuz etkilerinin de olması normaldir. Ancak, sorunun temelinde yatan sürdürülemez iç borç dinamiğinin ve bankacılık sektörünün sağlıksız yapısının uzun bir sürecin sonunda oluştuğu unutulmamalıdır. Yani, bu noktada takasın yapılması kaçınılmazdı. Ancak, bundan sonra yapısal sorunları çözecek önlemlerin alınması ve kararlılıkla uygulanması gerekmektedir. Ekonominin orta vadede düzlüğe çıkabilmesi ve güçlü ekonomiye geçilebilmesi için reel sektörü rahatlatacak önlemler bir an önce planlanmalı ve uygulanmalıdır. Sadece turizm gelirlerindeki artış cari işlemler açığını kapatmak için yeterli değildir. Dolayısıyla, üretimin ve ihracatın artırılması gerekmektedir. Öte yandan, onaylanan ek bütçe ile 2001 yılı faiz giderleri 16.7 katrilyon TL'den 41.3 katrilyon TL'ye çıkmıştır. Böylece, ilk defa faiz giderleri, vergi gelirlerini aşmış ve % 111'e ulaşmıştır. Toplam gelir hedefimiz ise 48.2 katrilyon olarak revize edilmiş olup, bütçe açığı 30 katrilyonu aşmıştır.

Kısacası, bu durum sürdürülebilir bir durum değildir. Öncelikle, harcamaların azaltılmasının yanı sıra vergi gelirlerini artıracak önlemler alınmalıdır. Öte yandan, iç ve dış borcun vadesini uzatacak ve maliyetini düşürecek önlemler alınmalıdır. Bu çerçevede, takas işlemleri tekrarlanabilir. Ancak, bu defa bankaların pozisyonunu güçlendirmeyi de amaçladığı için bu defa kaçınılmaz olan dövize endeksli tahviller, Hazine'nin döviz riskini ve dalgalı kur sistemi içinde dövize spekülatif saldırıları artıracağı için sonraki ihraçlarda tercih edilmemelidir. Getiriyi garanti etmek için TEFE veya TÜFE'ye endeksli tahviller ihraç edilebilir. Ayrıca, vadeyi uzatmak ve faiz yükünü azaltmak için, hisse senedine dönüştürülebilir tahviller (convertible bonds) ihraç edilebilir. Bu ihraç ile özelleştirme kapsamındaki kuruluşların özelleştirilmesi halinde tahvil sahiplerine bu senetleri öncelikli olarak alma hakkı tanınabilir. Bu tür bir ihraç hem vadenin uzamasında ve maliyetin düşmesinde, hem de sermayenin tabana yayılmasında önemli bir rol oynayabilir.  

KAYNAKÇA

Chance, Don M. (1998), An Introduction to Derivatives, The Dryden Press, Orlando: 1998, Fourth Edition.

Madura, Jeff (2001), Financial Markets and Institutions, South-Western College Publishing, Ohio: 2001, Fifth Edition.

[1] Döviz swapının tanımı ve hesaplanması hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Madura (2001), s.395-397,418 ve Chance (1998), s.560-565.

[2] Faiz oranı swaplarının tanımları, fiyatlandırmaları, riskleri, uygulamaları, vb. hakkında ayrıntılı bilgi için Madura (2001), Chapter 14'e ve Chance (1998), Chapter 14'e bakılabilir.

[3] Akyüz , gelişmekte olan ülkelerin sermaye hareketlerini tam olarak serbestleştirmesinin faydadan çok zararı olduğunu ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin sorunlara yol açtığını, dolayısıyla da belli ölçüde kontrolün gerekli olduğunu söylemektedir (Akyüz, 1993: 49-62).

[4]  5 Nisan Kararları’nın amacı ve etkileri ile ayrıntılı bilgi için bkz. Günal (2001a).

[5] Bu konuda bkz. Günal (1995a) ve Günal (1999), s.98-101.

Gece
Gündüz