0(312) 216 11 09

Ülkemizde ekonomiye ilişkin olarak çok farklı yorumlar ve görüşler ortaya atılıyor. Yapılan tartışmaların ise iki ana eksende gerçekleştiği gözleniyor. Bunlardan birincisinde; ekonomiye ilişkin pembe tablolar çizen AKP iktidarı ve bu iktidarın sıkı yandaşı olan bazı medya mensupları, işadamları ve bürokratların yaymaya çalıştığı iyimser hava gözleniyor. İkinci grupta ise, iyimser rakamlara rağmen geniş kitlelelerin, özellikle de memur, işçi, esnaf ile orta ve dar gelirli vatandaşların bu iyimser havayı hiç hissetmediklerini söyleyenler yer alıyor.

Başka bir deyişle; büyümede rekor kırıldığını, enflasyonun düştüğünü, ihracatın rekor düzeylere ulaştığını, ekonominin çok iyi gittiğini söyleyenler bir tarafta....

Büyümenin sanal olduğunu, işsizliğin azalmadığını, yoksulluk ve yolsuzluğun arttığını, dış ticaret açığının gittikçe bir kara deliğe dönüştüğünü, cari işlemler açığının rekor düzeylere ulaştığını, bütün bunların ekonomide bir kırılganlık yarattığını ve ülkenin her an bir ekonomik krizle karşı karşıya kalabileceğini söyleyenler diğer tarafta...

Biz ekonomideki hava algılamalarından ikincisinin doğru olduğunu düşünüyoruz. Bu çerçevede, ekonominin genel görünümüne ana başlıklar itibarıyla göz atmanın fayda sağlayacağı inancındayız.

Hükümetçe son dört yıldır açıklanan yüksek büyüme rakamlarına rağmen, bu durum halka istihdam artışı olarak dönmemekte ve gelir dağılımına yansımamaktadır. Bunun nedeni baz yılı kaydırması, stok değişimi ve revizyonlar gibi manipülasyonlar ile büyümenin içsel dinamikleridir. Mevcut büyüme önemli ölçüde tüketime ve ithalata dayanmaktadır. Diğer bir önemli husus ise, bina ve konut-inşaat harcamalarının büyümeye katkısıdır. Kısacası, ithalata ve tüketime dayalı olan mevcut büyüme sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme değildir. Revizyonlarla ve baz yılı kaydırmalarıyla şişirilen büyümenin istihdam artışı sağlaması ve işsizliği azaltması da mümkün değildir.

Rakamsal olarak düşen enflasyonun etkisinin halk tarafından hissedilmemesinin nedeni de büyük ölçüde bu sağlıksız büyümedir. Enflasyonun düşmesi için döviz kurunun aşırı değerlenmesine göz yumulmakta, bu da ithalatın cazip hale gelmesine ve ihracatçının sıkıntı yaşamasına yol açmaktadır. Nitekim 2006 Mayıs-Haziran aylarında yaşanan mini krizde kurda yaşanan artışlar enflasyonu önemli ölçüde yükseltmiş ve hedefler revize edilmek zorunda kalınmıştır.

AKP Hükümeti ve yandaşları ihracatta rekor kırıldığını sürekli ön plana çıkarırken, ithalatta kırılan rekorlardan ve ekonomideki kırılganlığı artıran dış ticaret ve cari işlemler açığından hiç bahsetmemektedir. Türkiye son yıllarda bir ithal mal cenneti haline gelmiş ve yerli sanayinin gücü azalmıştır. Sanayide yerli aramalı üreten birçok fabrika kapanmış ve birçok ihracatçı artık ithalatçı olmuştur.

Cari açık kadar önemli bir diğer sorun ise hızla artan iç ve dış borçlardır. 2002 yılında 130 milyar dolar olan dış borç stoku 2006’da 200 milyar dolara ulaşmıştır. Keza 2002 yılında 155 milyar YTL olan dış borç stoku 2006’da 250 milyar YTL’ye ulaşmıştır. Bu rakamların 2007 sonunda daha da artması beklenmektedir. Kısacası Türkiye ekonomisi bir borç ekonomisi haline gelmiştir.

“Aktif pazarlamacı” ve “sat kurtulcu” AKP Hükümeti’nin övündüğü bir diğer konu olan özelleştirme ihalelerinin tamamı kamuoyu nezdinde tartışmalı hale gelmiş ve özelleştirme adeta “yabancılaştrma” şeklinde algılanmaya başlamıştır. En çok tartışılan özelleştirmeler TÜPRAŞ, Türk Telekom ve Galataport ihaleleleri olmuştur. TÜPRAŞ’ın Ofer’e imtiyazlı satışının Danıştay tarafından iptal edilmesi, özelleştirmelerden gelen kötü kokulara çarpıcı bir örnektir.

Merkez Bankası’nın verilerine göre, protestolu senet ve karşılıksız çek miktarı ile kredi kartı ve ferdi kredi borcunu ödeyemeyenlerin sayısı AKP iktidarı döneminde hızla artmış, 2005 ve 2006 yıllarında ise adeta patlamıştır. Bu durum esnaf, sanatkâr ve tüccarların yanı sıra vatandaşların da ekonomik sıkıntı içinde olduğunu ve Başbakan’ın çizdiği pespembe tabloların onların hayatını yansıtmadığını açıkça göstermektedir.

Türkiye’yi önce içinde bulunduğu bu ekonomik kıskaçtan çıkarmak, sonra ekonomiyi modern ülkelerin ekonomileri gibi güvenli bir ekonomi haline getirmek, sonra da gelişmelerin geniş toplum kesimlerine adaletli bir biçimde yansıtılması sağlamak için; ithalata ve tüketime dayalı, borçla ve cari açıkla finanse edilen bir ekonomiden kurtulup üreten, istihdam yaratan ve ihraç eden bir ekonomiye geçiş yapmamız, bunun için de kaynaklarımızı etkin bir şekilde kullanarak milli bir iktisat politikası uygulamamız gerekmektedir.

Atatürk’ün 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı gibi tüm toplumsal kesimleri birararaya getirerek milli bir ekonomi hamlesine başlarsak, gelişmiş ülkelerle aramızadaki mesafeyi kapatarak Cumhuriyet’in 100. yılı olan 2023 yılında ekonomik ve siyasi olarak bölgemizde güçlü ve lider bir ülke haline gelmemiz mümkündür. Mesele, bu durumun farkında olan ve poziyonunu bu hedef istikametinde belirleyen milli bir yönetim anlayışının başa geçirilmesi, Türk milletinin muazzam kaynak ve potansiyelinin bu uğurda seferber edilmesidir.

Gece
Gündüz